Balkanlarda, Kafkaslarda ve güneyimizde neler oluyor?
Değerli okuyucular, öncelikle “güneyimiz” ifadesini neden kullandığımı belirtmek istiyorum… “Ortadoğu” ifadesi, İngiltere merkezli dünya algısının bir ürünüdür. Çünkü Uzakdoğu, Ortadoğu, Yakındoğu gibi tasnifleri İngilizler yapmıştı. Öyleyse biz, başkalarının vücut algısıyla hayata bakıp olayları anlamaya çalışırsak; olanları, kesinlikle yanlış anlar ve sonuca varamayız. Bu anlamda, Irak ve Suriye’deki gelişmeleri; “güneyimiz” olarak düşünmek, hayatı, kendi vücudumuzla algılamamızı ve sağlıklı yorumlamamızı gerçekleştirir. Ayrıca güneyimiz deyince, AB-D’nin her türlü teori ve mühimmat desteği vererek, iç bölgemizdeki ayrılıkçılarla, oyun oynamaya çalıştığı sahayı da anlamamız gerekir…
İkinci dünya savaşının ardından, soğuk savaşın başlamasıyla beraber Amerika, rakibi Sovyetleri oyalamak ve yıpratmak için çevre ülkelerde etkinliklere başladı. Yeşil kuşak denilen ve Müslümanların kullanıldığı bu çalışmada, en verimli sonuç Afganistan’da alındı. Afganistan’da, sözde dindarlara gerçekte hurafecilere Amerika kancayı taktı. Sömürgeci propaganda sinsiydi. Afganlı hurafeciler, Amerika tarafından şöyle şaşırtıldı: ‘Sovyetler dinsizdir; inananların, dinlerini yaşamaları haklarıdır…’ Afganlı hurafeciler de, hangi din diye sormadan ve ABD’ye, sen İslam dinine inanmadığın halde, neden bu konuyla ilgileniyorsun demeden; Amerika’nın önerilerine eyvallah dediler. Ve tarihin en büyük meczupları Taliban; yani öğrenci hareketi ortaya çıktı. Doğal olarak Amerika, onlara sadece hurafelerini öğretmeyecek; aynı zamanda, dinsiz Sovyetlere karşı savaşmalarını da telkin edecekti. Bu yönde her türlü teorik, maddi ve silah desteğini verdi. [1].
Arkasına sömürgeci ABD desteğini alan hurafeci Taliban, Sovyetlere karşı isyan etti; uzun yıllar süren savaşta, Sovyetler sonuç alamadı ve Afganistan, sömürgeci ABD tarafından kullanılan hurafecilere bırakıldı. Savaşın verdiği yorgunlukla, girdiği iktisadi bunalımdan da çıkamayan Sovyetler parçalandı…
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasının ardından; toparlanmak için, Rusya’nın kendi içine kapanmasıyla, rakipsiz kalan Amerika, hızla, dünyayı şekillendirmeye yöneldi. İlk olarak, OTPOR yapılanmasıyla, Yugoslavya’daki kancı (ırkçı) ve hurafeci (mezhepçi) ayrılıkçılık desteklendi. [2].
Oysa; akli hukuka göre düzenlenmesi gereken toplumsal hayatı; ırk, renk ve cinsiyete göre düzenlemek ilkellikti. Ve insanlık, son birkaç yüzyıldır bunu anlamıştı; ancak, popüler ve yüzeysel kültürle yozlaştırılan kitlelere; ırka, renge ve cinsiyete dayalı toplumsal düzenlemeleri, gerekli göstermek ve kabul ettirmek çok kolaydı. Nitekim Amerika, bu sömürgeci oyununda, Yugoslavya’da ve Çekoslovakya’da başarılı oldu. [3].
Balkanlarda, sömürgeciler kanlı ırk oyunlarını oynarken; Kafkaslarda da, Rusya’dan ayrılan Türki cumhuriyetler, bir araya gelip bir güç ittifakı oluşturmasınlar diye; hemen Ermenistan, Azerbaycan üzerine işgale gönderilerek; Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasına set çekildi…
79 devriminde, İran’ı tamamen elinden kaçıran Amerika; Irak ve Türkiye’yi daha fazla denetimi altına aldı. İran’da devrim tazeyken ve devlet kadroları henüz yerleşmemişken; Amerika, Irak’ı aldatarak İran’la savaştırdı. Böylece, her iki ülkenin enerjisi tükenme noktasına getirildi. Yaklaşık 9 yıl süren savaşta, Irak’lı diplomatlar, savaşın amacını ve tam olarak nerede kullanılmak istendiklerini anlıyormuş gibi savaşı bırakacakken; Amerika büyükelçisi, Saddam’ı kandırarak, bu kez Kuveyt’i işgal etmeye ikna etti. Irak ordusu Kuveyt’i işgal edecekken; Amerika, Saddam’ı terk etti ve Irak ordusu yarı yolda kaldı. Saddam’ın başı dönüyor, olanları anlamaya çalışıyorken; Amerika, ön vuruşu gerçekleştirdi. 91 körfez savaşından sonra, Irak’ın kuzeyi uçuşa kapatıldı ve Kürt meclisini oracıkta kuruverdi…
Sömürgeci koalisyonun, 19 Mart 2003 Irak’ı işgal ettiği tarihte; İngiltere’nin başbakanı olan Tony BLAİR “Bir yolculuk” adlı özgeçmişinde, sömürdükleri ülkelerin, ufuksuz, çapsız yöneticilerini nasıl kullandıklarını şöyle yazıyor: “…Bir tehdide karşılık vermenin yine tehditle olmayacağına inandım. Afganistan’da Rusları durdurmak ve durumu yönetmek amacıyla -sonradan Taliban’ı oluşturan- yerlileri nasıl desteklediğimizi, İran’ı frenlemek için Saddam’ı nasıl silahlandırdığımızı…”
Okuduğunuz gibi; sinsi, hilebaz, kurnaz sömürgecilerin, ikiyüzlü diplomasisi oldukça ilginç ve üzerinde çok düşünülmesi gerekiyor…
Günümüze gelirsek, açık-seçik netlikte ortadadır ki; Arap baharı gibi ifadeler, Arapların kendi iç dinamikleriyle gerçekleştirdikleri değişimler değil; AB-D destekli, OTPOR yapılanmasının piçi diyebileceğimiz CANVAS örgütlenmesiyle oluşan isyanlardır. [2].
Üstelik bu isyanlar, bir zamanlar yine AB-D’nin kullandığı diktatörlere karşı çıkarılmıştır. Yani sömürgeciler, hem isyan edeni, hem de isyan edileni denetleyerek; tüm odakları ellerinin altında tutmaktadırlar. Bu bağlamda olayları değerlendirirsek, önce isyanı çıkartıp daha sonra da “insani müdahale” uydurmacasıyla, sömürmek istedikleri ülkelere çöreklendiklerini anlamış oluruz…
1999 tarihli NATO Stratejik Konsepti ile NATO’nun hedefi artık Rusya değil; zengin kaynaklara sahip, insanı gelişmemiş, yetişmemiş Ortadoğu ülkeleridir. Çünkü NATO’nun, BM kararlarını dikkate almaksızın hareket etmesini, Uluslar arası Ortak Hareketli Kuvvetler kurulmasını ve bu kuvvetlerin kritik (istenilen ülkelerde) görevlerde kullanılmasını, üyeler kabul ettiler. Yaşanılanlara baktığımızda, Afganistan ve Libya’da fiiliyatla da desteklenen Ortadoğu’ya saldırıyla; yeni hukuktan (hukuksuzluktan) anlaşılacağı üzere, NATO artık, üye ülkelerden birine olan saldırılara değil; Birleşmiş Milletlerin ilgili hukuk ilkeleri bulanıklaştırılarak, sömürgeci AB-D’nin, bölgeye karşı kullanacağı birleşik işgal ordusudur diyebiliriz. Bu durumu fark eden ve Arap baharı gibi, sömürgeci oyunlara sahne olmak istemeyen ülkeler; aralarında, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Belarus, Ermenistan ve Özbekistan gibi, eski Sovyet devletleri; kurdukları 16 bin kişilik ordu ile birleşik işgal ordusuna (NATO) karşı, ortak güvenlik alanı oluşturuyor…
Eski Sovyet ülkeleri olan Ukrayna ve daha önce, Saddam gibi kandırılarak Rusya’yla savaşa sokulan Gürcistan ve Başkanı SAAKAŞVİLİ, AB-D güdümündeyken; Ermenistan’ın durumu biraz belirsiz. Ermenistan, hem Rusya’nın etkisinde, hem de Amerika’ya yakın durmaya çalışıyor. Yani kendi çapında denge politikası izliyor. Tabii bu durum, AB-D’nin gözünden kaçmadığı açıktır. Yukarıda belirttiğimiz gelişmelere göz atacak olursak, Ermenistan’ın, bölünme ve sömürülme gibi bir sorunu yoktur. 2010 Nisan ayında, Kırgızistan’da çıkarttırılan kanlı iç karışıklığı hatırladığımızda ise, Türk Cumhuriyetleri için, bölünme tehlikesinin var olduğunu anlarız…
Gördüğümüz gibi, kaybettiği eski ülkelerini kendi savunma gücüne katmak isteyen Rusya çalışmalarını yürütürken; Türkiye, ne yapacağını bilmeden ve devamlı AB-D telkinlerini bekleyerek Türk Cumhuriyetlerinden uzaklaşmakta; onlarla birlikte kendi geleceğini de tehlikeye atmaktadır. Aslında biz, çoktan, komşularımızla ve Türk Cumhuriyetleriyle, sömürgeci AB-D’ye karşı ortak güç ittifakı kurmamız gerekirken; kendi zararımıza ve AB-D’nin amaçlarına yönelik telkinlerle hareket ediyoruz. Burada Türk derken, özellikle bir ırkı vurgulamak için değil; anlaşabilecekleri, ortak bir dil, tarih, kültür bağlamında bu ifadeyi kullandık. Ayrıca; coğrafi yakınlık da, ortak hareketlerde ret edilemez kolaylık sağlar. Yani, din ya da kültürde, kısmî farklılıklar olsa da; komşular da böyle birlikteliklere dâhil edilebilir. Şanghay İşbirliği Örgütü; günümüzde buna iyi bir örnektir. Stratejik açıdan; dil, tarih, kültür, coğrafi konum ve ortak çıkarlardan biri veya birkaçı ülkeleri yakınlaştırır. Ortaya çıkan böyle birlikteliklerde, ne kadar çok ortak nokta varsa, o birliktelik o kadar uzun süre yaşar. Dünyanın tüm sömürülenlerini; bir araya getirip sömürüden kurtarmak düşüncesi, son derece anlamlı ve insanîdir. Ancak, jeopolitik konum bunu bazen zorlaştırıyor…
İşte son çeyrek yüzyılda, Balkanlar, Kafkaslardaki sömürgecilerin şekillendirmeleri ve güneydoğumuzdaki (Irak, Suriye) işgalleriyle ve bölücüleri ayaklandırmalarıyla, toplamda hangi sonuca varmaya çalıştıklarını anlamalıyız. Bize göre, Afganistan işgaliyle doğudan, Irak işgaliyle batıdan çevrelenen İran’la beraber; Kıbrıs’tan Türk askerinin çıkarılmak istenmesi; Akdeniz’e, füze kalkanı çerçevesinde işgal ordusu (NATO) gemilerinin sokulması; Türkiye ve İran’ı aynı anda kuşatmayı amaçlamaktadır…
Deniz KAÇAĞAN
Kaynak:
[1] Uğur YILDIRIM- Misliyle mukabele: sayfa 81; Truva yayınları
[2] Banu AVAR- Kaçın, demokrasi geliyor; Remzi kitabevi
[3] http://www.guncelmeydan.com/