Orta Göç Yolu ve AKP Osmanlıcığı!
Şükrü Alnıaçık
Tarihte uzun zaman varlık göstermiş olmak, imparatorluklar kurmuş olmak tabii ki hayal değildir ve önemlidir. Ancak bu övünmeci tarih anlayışının bizi rehavete ve dikkatsizliğe sürüklemesine, altımızdan memleketi çekip almasına izin vermemeliyiz.
Ülkeyi Türk için Türk’e göre Türk tarafından yöneten bir siyasi iktidar meydana getirmediğimiz sürece geçmişin şanlı hikayeleri nostaljik bir teferruattan öteye gitmiyor. Ben hesapladım, son 330 yıldır, Kıbrıs Barış Harekatı istisna olmak üzere Atatürk dönemi hariç hep toprak kaybediyoruz.
MHP hariç, Türk’ün doğrudan aracısız, politikasız, riyasız yalansız dolansız içine girerek tepesine kadar çıktığı tek ciddi siyasi müessese, -şaşırmayın ama- “Türk Ordusu,” yani “Türk Silahlı Kuvvetleri…” Orada da son zamanlarda derin operasyonlar yapılıyor, stratejik birikim ve geleneklerin ulusal güvenlik politikalarını yönlendirmesine izin verilmiyor. Dolayısıyla Türk Tarihinden geriye milli bir güç unsuru olarak bir tek MHP kalıyor.
Türklerin üç ana siyasi tarih damarı var. Bunlar, Orta Asya’dan göçlerle oluşmuş. Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen tasnifine göre:
1-Kuzey göç yolu Türkleri: İskitlerden sonra Avrupa Hunlarıyla, Atila’yla başlayıp Kazan ve Kırım Tatarlarının esaretiyle son bulan Slavlarla çarpışma hattıdır. Buradan güneye yapılan, Gaspıralı, Akçura, Hüseyinzade Ali Turani gibi mütefekkir katkısı dışında ciddi bir siyasi güç muhafaza edebilmiş değiliz.
2-Güney göç yolu Türkleri: Hindistan’a inerek genellikle erimişlerdir. Akhunlar, Gazneliler, Babürşahlar gibi kültürel hatıraları olan dönemsel kahramanlıklar yapmışız. Bugünkü hatırası Pakistan, Hint Müslümanları bir de Taç Mahal…
3- Orta göç yolu Türkleri: İşte bizim bulunduğumuz bereketli hattı ifade ediyor. Hun – Göktürk – Oğuz Yabgu Devleti – Selçuklu – Osmanlı – Türkiye Cumuriyeti damarının milli karakterinin bugünlerde diğerlerinden ne kadar ileride olduğu tartışılabilir. Ancak emperyalizmi karşısına almaktan çekinmeyecek kadar güçlenen bu çevre, Atatürk, Alparslan Türkeş gibi liderler yetiştirmiş, Türk Milletine MHP’yi ve Ülkücü hareketi armağan etmiştir.
Dünyaya nizam verme iddiasıyla yola çıkarak pek çok güçlü düşman edinen “Orta Göç Yolu Türkleri“nin daima devlet umuruyla hareket etmeleri, milli dikkati asla elden bırakmamaları dini ve milli bir vecibe idi. Oysa AKP hükümetleri, bu tarihi arka planı gözardı ederek, Türk milli varlığını tehlikeye atmışlardır.
Avrupa’ya yüz yıllığına iç barış getiren ve bugünkü Avrupa Birliğinin temellerini atan 1815 Viyana Kongresinde Osmanlı azınlıklarının sorunları da masaya yatırılmış, gizli ajandalara sahip batılı diplomatlar, bu meselenin tamamına “Doğu Sorunu” (Orient Question) adını vermişlerdi.
Ertuğrul Gazi’nin Konya Selçuklu sultanından “uç beyliği” beratı aldığı 1281 tarihinden, Enver Paşa’nın Bab-ı Ali Baskınıyla yönetimi ele geçirdiği 1913’e kadar Osmanlı Devletini bölmek ve topraklarını paylaşmak amacıyla 100’den fazla proje yapılmıştı. Bu planlar, Romen diplomat Trandafir G. Djuvara tarafından derlenip 1914’te Paris’te bir kitap olarak yayınlanmıştır. Sevr Antlaşması, bu planların olgunlaşmış halidir.
Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşına girmesi, ve onu takip eden Türk Kurtuluş Savaşı, Türklerin bu planlara verdiği milli bir cevap; Lozan Antlaşması, Doğu Sorununa getirilen Türki bir çözümdür.
Şimdi “gizli anlaşmalar“a karşı yüzbinlerce şehit kanı dökerek başlattığımız milli mücadeleden, Çanakkale’den, Sarıkamış’tan yaklaşık yüz yıl sonra Türkiye’deki siyasi iktidar, tarih şuurundan yoksun bir siyaset geliştiriyor. İttihat ve Terakki Türkçülüğünü, Dünya Savaşına girişimizi, Kurtuluş Savaşını ve Atatürk’ü reddeden AKP hükümetleri, Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi kendi bindiği dalı kesiyor. Bütün şehitlerin ortak başarısı olan derin Türkçü yapıyı çözerek milli bir intiharın tetiğini çekiyor.
Bu politika, iki yüz yıl derinliği olan bir İngiliz tuzağıdır. İngiliz hariciyesi, 1800’lü yıllar boyunca Osmanlı azınlıklarını güçlendirmek ve onları kullanarak Türkleri Anadolu’dan çıkarmak istemiştir. Ruslar kuzeyden vurdukça İngilizler bize yaklaşmış ve her seferinde azınlıklar için yeni bir hak talep emişlerdir. Azınlıklara eşitlik getiren 1856 Islahat Fermanı, bu yoldaki bir dönüm noktasıdır.
Bu açıdan bakıldığında 1856 Islahat Fermanıyla İmralı süreci arasında bir fark yoktur. Tek fark, Osmanlı sultanının kalabalık Rus orduları karşısında verdiği “Gayrimüslim açılım” tavizinin AKP hükümeti tarafından 5.000 terörist tarafından gerekmediği halde verilmiş olmasıdır.
MHP’nin Üç Hilaline de sulanan Yeni-Osmanlıcılık dedikleri bu liberal açılım, bizi Mohaç Zaferine, Viyana kapılarına mı götürmektedir yoksa Sevr bataklığına mı?…
Türkiye’de İttihat ve Terakki’nin Türkçü kanadı olan askerleri, Atatürk’ü ve onun Türkçü inkılâbını ortadan kaldırdığınız zaman altından Osmanlıcı İngiliz liberalizminin paslı sandıkları çıkar. Bu sandıkların içi ise Türklük düşmanı yılanlar ve çıyanlarla doludur.
Beş bin terörist karşısında gösterilen acizliğe bakarak, bu “Neo- Osmanlıcı” yolun Mohaç’a, Viyana’ya çıktığını söylemek gülünçtür.
Türk Milleti, son 330 yıl içinde yastığa başını rahat koyabildiği Atatürk Türkiyesini özlemekte, bu onurlu duruşu, çağın siyasi, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarına cevap vererek taçlandıracak bir MHP iktidarının yolunu gözlemektedir.
Aksi takdirde Türk tarihinin en kuvvetli siyasi damarı olan “Orta Göç Yolu“ndan da geriye fazla bir şey kalmayacaktır.