DEFOLU DEMOKRASİ
Sokağın öfkesini, sokağın acısını, haksızlığa uğramış kitlelerin isteklerini copla, panzerle, gazla ve polis zoruyla durdurmak, onları ezmeye yeltenmek gibi bir çözüm demokrasilerde yoktur. Eğer varsa ve de bizde ki, Ankara’da ki iktidarlar gibi bir uygulama içindeyse, onun adı demokrasi olmaz.
İnsanlar rahatsızlıklarını bi-şekilde anlatmak, göstermek istiyorlar. Tencere – tava çalıyorlar, “Biz sizden, sizin yönetiminizden, uygulamalarınızdan rahatsızız” diyorlar. Öyle bir başbakan düşünün ki bu en doğal halk tepkisini bile normal görmüyor, hazmedemiyor. Taraftarlarını kışkırtıyor, “…her şeyi devletten beklemeyin, çekinmeyin, yargıya taşıyın” diyor. Bu tip bir konuşmayı olsa olsa “Defolu Demokrasi”lerdeki bir başbakan yapabilir. Halkı birbirine karşı kışkırtıcı tavır sergiler.
İnsanlarda bir korku, yarın sahte bir suçlama ile ifadeye çağrılma ihtimaline karşı geri çekilme ve toplumsal yılgınlık oluşturuluyor. Yarınlarından emin olmayan, iktidar yanlıları gibi düşünmeyenlerin vay hallerine! Toplumsal göstergeler Ankara’da uygulama sahasına sokulan defolu demokrasinin korku saldığını işaret ediyor.
DEMOKRASİLERDE İKTİDARLAR GÜÇLERİNİ HALKI SUSTURMAK İÇİN KULLANMAZLAR
Devlerin omurgasını oluşturan kurumlar, iktidar ve Gülen Cemaati’nin kontrolünde. Eğer direnenler, karşı koyanlar olursa gene vay hallerine! Mesela Silahlı Kuvvetler; Genelkurmay ve Kuvvet Komutanları, kendilerini ilgilendiren ülke sorunlarında bile fikir beyan etmiyor, edemiyorlar. Çağırıldıklarında topuklarını sertçe birleştirerek, “V İşareti teşkil eden” sadık, asla karşı fikir beyan etmeyen selamlarını vererek, aldıkları talimatları tam uyguluyorlar. İktidar sözcüsü, köşe yazarı, Nazlı Ilıcak’ın istediği asker bu asker değil miydi?
Balyoz Duruşması, sonunda Yargıtay’a geldi. “Asrın iftirası, asrın dijital darbesi veya asrın davası…” gibi adlarla ananlar ile için için “oh oldu, iyi oldu, asker sustu, askere haddi bildirildi” diyenler de var.
Genelkurmay Başkanlığı, Balyoz ve Ergenekon davaları ile ilgilenmiyor. Sanki gözlemci gönderse, kanuni yetkileri çerçevesinde fikir beyan etse iktidar kızar, daha sert bir “V işaretli topuk selamı” mı ister? Anlamak zor!
İnanın, bu meslektaşlarınız, “Şerefli askerler” in başına gelenler bir gün sizin de başınıza gelebilir. İktidarlar da, sizler de, geçicisiniz. Yetki kullandığınız, oturduğunuz makam aslında Türkiye’nin temellerini oluşturan bir gücü temsil ediyor. Siz, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları yoksa bunun farkında değil misiniz?
Defolu demokrasinin gücünü şöyle de anlamak mümkün: İstanbul’da, Ankara’da, binlerce emekli subay ve astsubay yaşıyor. Gerek Yargıtay’daki Balyoz Duruşmaları’nda ve de gerekse Türkiye’nin birkaç ili gibi İstanbul – Beşiktaş’ta her Cumartesi yapılan, “Sessiz Çığlık”lara TSK.’nın emekli askerleri ve aileleri bulunması gerekenin çok altında bir avuç “kahraman”la katılıyor. Üzücü ama Gezi Gösterileri’ne katılan lise öğrencilerinin sahip olduğu sorumluluk yok mu denmeli. Veya ucunda, dibinde, her yerde iktidar baskısının varlığı mı aranmalı? Eğer ülkeler demokrasi ile yönetiliyorsa, iktidarlar güçlerini halkı böyle inletmek, susturmak için kullanmazlar.
ATATÜRK TÜRK MİLLİYETÇİSİDİR
Güneydoğuda Kürt çeteler askere – polise kurşun sıkıyor. Tarih 14 Temmuz 2013. Lice’ye bağlı Yolçatı köyüne, Türk askerine – polisine kurşun sıkan, katleden 170 PKK’lının mezarının bulunduğu PKK şehitliği – anıt mezarlık yapıldı ve açılış şenliği tertiplendi. O gün T.C. aleyhtarı gösterilere 5 bin taraftar katıldı. Kontrolleri, yüzleri poşulu, KCK/Asayiş yaptı. Toplanan kalabalığa, “Kürdistan topraklarındasınız” morali pompalandı. Çevreye Abdullah Öcalan, Mazlum Doğan, Ertan Karabulut, Mahsun Korkmaz ve çarpışmalarda ölen bazı PKK’lıların posterleri asıldı.
Bölünme, federasyon, özerklik, otonomi, bağımsızlık…gibi naralar atıldı. Ülkenin Başbakanı, İçişleri Bakanı veya Adalet Bakanı bunlar hakkında doyurucu bir fikir, bir görüş belirtmiyorlar. Onlar kafayı Gezi Parkı Gösterileri’ne takmışlar. Şimdi de kim tencere – tava çalıyor RTE onları tespit ettirecek, onları içeri attıracak.
35 bin kişinin katili Abdullah Öcalan İmralı’dan verdiği talimatlarla artık yetinmiyor, yetinemiyor. Çünkü o da gördü ki bu iktidar vermeye, gereğini yapmaya hazır bir uygulama içinde. “Gem’i öyle azıya aldı” ki, artık basın toplantısı yaparak taraftarlarını tek sesle, tek elden yönetmek, Irak ve Suriye’de kurulan Kürt yönetimlerine bir an önce Türkiye’yi de katmak istiyor. Zaten Irak ve Suriye hududumuz elek gibi.
Ey Türk halkı, İktidar ne ile, Abdullah Öcalan ne ile meşgul! Çevresine demokrasi havarisiymiş gibi sinyaller yayıyor; Suriye’ye, Mısır’a hem dayılanıyor, hem örnek olmak istiyor.
Kürt Başbakan, Kürt Genelkurmay Başkanı Kandil’de, Cumhurbaşkanı İmralı’da. Sanki eşit şartlarda birebir görüşüyorlar. RTE Güneydoğu Meselesi’ni 63’lere – Akil Adamları’na havale etti. Onlar bu işi başarırlar veya başaramazlar, ancak bu akiller genel seçimlerde ve halkın oyuna gidildiğinde, mutlaka şimdiki iktidara hizmet edecekler. Defolu demokrasimiz bu işi iyi götürüyor.
Kim ne bekler, hangi faydaların sağlanacağını düşünür veya umar belli değil. “Ben her türlü milliyetçiliğe karşıyım ve onu ayaklar altına aldım” diyen kişiden, RTE’ den bir şey beklemeyin; beklemiyoruz. “Ne mutlu Türküm” diyen Atatürk, Türk milliyetçisidir. Bu yolu kendini Arap Kültürü’ne, Arap milliyetçiliğine adayanlar molozlarla, sintine artığı safralarla kapatamazlar. Kapattığını zannetseler bile başarılı olamazlar.