Çözüm Sandıkta!
Şükrü Alnıaçık
Eski firavun yurdu Minye, orta Mısır’da küçük bir kent; ancak İhvan-ı Müslimin’in etkinliği nedeniyle en az Kahire ve İskenderiye kadar hareketli. Dünkü darbeden sonra ilk gelen haberlere göre Minye’de göstericiler, polise ait bazı kurumlara saldırdı; olaylarda 2 kişi öldü, 3’ü polis 25 kişi yaralandı.
Mısır’daki darbe sonrasında yaşanan olaylarda Minye’nin Tahrir ve İskenderiye’yi gölgede bırakan bir hareketlilik sergilemesi aklımıza Minyeli Abdullah’ı getirdi. “Ne alakası var” demeyin. Romandaki Minyeli Abdullah’la Çankaya’daki Kayserili Abdullah arasında tarifi pek de kolay olmayan yakın bir “akrabalık” vardır.
Nur cemaatinin önde gelen isimlerinden Hekimoğlu İsmail, 80 baskıya ulaşarak bu alanda bir rekor kıran “Minyeli Abdullah” kitabını, 1967’de hem mensubu bulunduğu ordudan, hem de cemaatinden gizli olarak yazmıştı. Kimliği ortaya çıkınca 163’üncü maddeden yargılandı. Başarılı bir astsubay olan Ömer Okçu (H.İ) “Askerlik çok iyi bir meslek. Ben kültürümü orada artırdım, orada tahsil yaptım. Dinimi imanımı orada öğrendim. Dünyaya yine gelsem, yine asker olurum” dediğine göre ifrit radikaller kadar asker düşmanı değildi.
Gel gelelim, kendilerini başına damlayan her su tanesinde kafasına bir “balyoz” yemiş gibi acı çeken “Minyeli Abdullah“ın yerine koyarak büyüyen Nurcu gençler, gün geldi kendi ordularını, peygamber ocağını Cemal Abdünnasır’ın BAAS ordusu gibi karşılarına almaktan ve ona ABD ile paralel “balyoz” operasyonları yapmaktan geri durmadılar.
İşgalci albayın 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’deki Türk özel kuvvet timinin başına çuval geçirmesiyle başlayan TSK’nın itibarsızlaştırılması süreci, cemaat savcıları eliyle günümüze kadar sürdürüldü. Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat ve Casusluk davalarının yargıçları, Minyeli Abdullah’ın intikamını alır gibi katı ve acımasız bir irade sergilediler. 65-70 yaşında emekli generallerin, güneydoğu gazisi kahramanların mahkeme koltukları üzerinde uyukladıklarını, hastalandıklarını, daha genç olanların intihar ettiklerini, geride kalanların topluca istifa ettiklerini gördük.
Mısır deyip geçmemek lazım! Mısır’da yaşanan olayların Türkiye’ye olan etkisi, Minyeli Abdullah’ın romantik katkılarıyla sınırlı değildir. Yaşadığımız bütün olayları şekillendiren 1839 tarihli “Tanzimat” Osmanlı’ya Mısır üzerinden gelmiştir. Osmanlı sarayı, İngiltere’nin desteğiyle güç toplayabilmek için 1839’da Tanzimat, 1856’da Islahat Fermanlarını kaleme almış; böylece başlatılan “Gayrimüslim azınlık açılımı,” Osmanlı’nın yıkılmasıyla sona eren süreçteki en önemli kırılma noktası olmuştu.
Bugünün “İngiltere Kralı” Obama: “Mısır ordusunu mümkün olan en kısa zamanda otoriteyi seçilmiş bir sivil hükümete geri verme yolunda hızlı ve sorumlu şekilde hareket etmeye ve keyfi tutuklamalardan kaçınmaya” çağırıyor. Genelkurmay Başkanı Sissi’nin darbe öncesindeki uzun telefon konuşmaları ve darbeden sonraki bu ifadeler, darbenin ABD’nin izni ve bilgisi dahilinde yapıldığının kanıtıdır.
Bu gelişmelerden Türkiye adına çıkarılacak dersler vardır:
Doğu Avrupa’da ve Ortadoğu’da “Açık Toplum” kurmaya yönelik bahar provokasyonları başladığında Türkiye’de İslamcılar’dan başka Laik orduyu karşısına alarak derdest edecek lümpen ve manipülasyona açık halk kitleleri yoktu. İslamcıların da en gelişkin kolu, Türkiye İhvan-ı Müslimini diyebileceğimiz Nur Cemaati idi.
Kalabalıkların demokratik desteğinin alınabilmesi için “dindar görünümlü” siyasetçilere ihtiyaç vardı. Ordu engelini aşmadan gerçekleştirilmesi mümkün olmayan turuncu devrimlerde İslami hareketlerin “kaldıraç” olarak kullanılmasını zorunlu kılıyordu. Türkiye’de birinci turuncu devrim, 2002 itibariyle “yerli İhvan-ı Müslimin savcıları” ve AKP ile başlatıldı. Başbakanın kendisi geçen gün Taksim olaylarına “Türk Baharı” diyenleri tekzip ederek bunu kendi ağzıyla tekrarladı.
Suriye krizinde görüldü ki; ABD ve İsrail, orduları yumuşatan, Tevrat’ta bildirildiği gibi milletleri, “Tanrı Yehova’nın sersemlik şarabıyla uyutan” Bahar operasyonlarında İhvan-ı Müslimin’in bu kadar güçlenmesinden rahatsız olmuştu. Müslüman işbirlikçiler ABD’ye, Laik orduları dağıtmak için lazımdı, İsrail karşıtı rejimler kurmak için değil…
Üç tane ağaç için “birdenbire” ortaya çıkan “#direnen halk“ın karikatürize eylemleri, Mısır darbesinden sonra yeni bir nitelik kazanmıştır.
Beyaz Saray’ın, Mısır’daki askeri darbe karşısındaki “olumlu” tavrı, Taksim’deki gayriresmi destekle birlikte değerlendirildiğinde, “emanetçi AKP’ye” yapılan ciddi bir uyarıdır.
ABD, Erdoğan’a: “Fazla İhvancılık oynama, darbeler devri henüz geçmedi. İçinde etkin halk desteği bulunan geçici askeri rejimlere sıcak bakabilirim; seni de yüce divanda oyarlar” mesajı verirken…
TSK ‘ya da “direnen bir halkla birlikte olursan Mısır’daki gibi ‘fifty fifty’ olabilir!” çağrısı yapmaktadır.
Ancak, işin kolayına kaçmayalım, sakin olalım ve biraz öngörüde bulunalım: Türkiye’de bir askeri darbe olması halinde ABD ve İsrail’in tercih edeceği siyasi iktidar, “YeniCHP – BDP koalisyonu” olacaktır. Son 11 yıldır bir yandan da bunun altyapısı hazırlanmaktadır.
CHP’ye hayat umudu olan Taksim olaylarında yandan çarklı Apo posterlerinden sonra Cizre ve Lice olaylarına batıdaki solun verdiği “acayip” destek, bu koalisyonun taban çalışmalardır.
Bizim darbelere bakışımızı Başbuğ belirlemiştir: “En kötü hukuk düzeni, en iyi darbe düzeninden iyidir.” Bizim bu oyuna seyirci kalmamız, hele de ofsayttan atılacak bir golü alkışlamamız mümkün değildir.
Çözüm sandıktadır!