Taksim/Kızılay 2013: Yarın Artık Bugündür!..
-Bu Kadarı Hayâl Bile Edilemedi-
Dr. Hayati BİCE
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 23 Mart 2013 günü Bursa Kuruluş Mitinginde yapmış olduğu konuşma sırasında atılan “Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganları ile Türkiye’de yeni, bir süreç başladı. Bahçeli’nin “Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganları slogan atan gençlere verdiği “Merak etmeyin onun da zamanı gelecek” yanıtı haftalarca tartışıldı. Bursa mitingi sonrasında “millî duyarlılık sahibi” bir kısım aydınların yayınladığı, Türklük Savunması olarak özetlenebilecek üç kısa maddelik bildiri de gündeme yerleşti.
Başbakan’ın fevrî çıkışları ile giderek tırmanma eğilimi gösteren bu süreç, 31 Mayıs 2013 günü sabaha karşı Taksim gezi parkında yapılacak yeni inşaatlar ve düzenlemelere karşı başlatılan itiraz eylemlerinin polis zoru ile dağıtılması sonrası gelişen olaylarla bambaşka bir çehre kazandı. Sözkonusu olaylar tüm ülkeye yayılırken, bugüne kadar 3 kişinin hayatına mal olmuş olması, konunun bir başka üzüntü verici yanıdır; Adana’da üst geçitten düşerek öldüğü söylenen komiser Mustafa Sarı’ya ve süreç esnasında hayatını kaybeden diğer vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.
Devlet Bahçeli’nin 20 Nisan 2013 tarihinde İzmir’de organize edilen Bayrak Mitingi’nde, daha sonra 25 Mayıs 2013 günü Adana Vatan Mitingi’nde yaptığı konuşmalarda “Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganları atılmaya devam edildi.Bu sloganlara Bahçeli’nin herhangi bir yanıt vermemesi önemli olsa bile, mitinglere katılan yüzbinlerin duygu patlamasının bir sonucu olarak değerlendirildiğini düşünüyorum. Bursa-İzmir-Adana illerinden coşkulu yüzbinlerin katılımı gerçekleşen ve 22 Haziran 2013 Cumartesi günü Erzurum’da yapılacak Birlik mitingi ile devam edecek miting serisi ülke sathında, bölünme tehdidine karşı oluşan millî tepkinin adresi oldu ve olacaklar.
Millî tepkinin ilke kez meydanlara taşındığı MHP Bursa mitingi sonrasındaki “vuralım/ölelim” tartışmalar sürerken 300 imzalı “Türklük Anayasa’dan Silinemez” bildirisinin mimarlarından Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un biyografik esinlenmelerle dolu “Beden Beyin Akımı” (2BA) adlı romanını -yayınlanmasından uzunca bir süre sonra- okuyordum.[1]
Kitabı okuduktan sonra Ercilasun’un milli duyarlılığa sahip kitlelerin Ankara’da yapacağı gösterilerle ülke gündemi değiştirmesinden bahseden satırlarını okurken “böylesi bir kitle hareketi”nin hayâl olduğunu düşünmekten kendimi alamamıştım. Hattâ Ercilasun’a Ankara’dan hareketle ülke bölünmesine karşı sesini yükselten ve uzun bir yürüyüşe geçen bir kitle hareketinin imkânsızlığını da ilettim. Ercilasun’un kitabında hayâl ettiği kitle yürüyüşü gerçekleşmedi henüz ama, Beşiktaş’tan Taksim’e, Tunalı’dan Kızılay’a yürüyen kitleler sivil bir inisiyatifin ülke gündemini değiştirebileceğini kanıtladı.
Yazdıklarımın anlaşılması için Ercilasun’un 2BA kitabının baştan sona okunması gerekiyor ama sözün bu noktasında, kitabı edinip okuma imkânı olmayan okurlar için kitabı çok kısa olarak özetlemem faydalı olacaktır.
“2BA: Beden Beyin Akımı”
“Beden Beyin Akımı” Caner Erboğa[2] adlı bir Türkolog’un 2BA olarak adlandırdığı ruhunun Hz. Âdem’den bu yana dillerin farklılaşması ana teması etrafında yaptığı zaman içi yolculukları şeklinde kurgulanmış. Günümüzün en yetkin dil bilimcilerinden olan Ercilasun’un, dillerin temel kelimelerinin aynı orijinden çıkarak zaman içerisinde farklı formlara ulaştığını çarpıcı örneklerle anlatan kitabının günümüz için asıl önemli olan kısmı şu günlerde yaşadıklarımıza ışık tutan satırlarıdır.
Sağlam bir bakış açısına sahip olan bir ilim adamının yakın gelecekte olacakları, cerbezeli bir kâhin imişçesine nasıl da tahmin edebildiği bu satırlardan görülebilir. Yedi yıl kadar önce yazılan satırlar okunurken bugün ülkemizde yaşanan gelişmelerin, daha birkaç yıl önce hayâl bile edilemeyecek ölçekte bir tehdit oluşturduğu fark ediliyor.
2006 yılında Akçağ yayınları arasında yayınlanan kitabın 123-135. Sayfaları arasında yer alan bir bölüm vardı ki, tam da bu günleri 7 (yedi) yıl öncesinden çok güzel anlatıyor. Anlatım güzel güzel olmasına da, Ercilasun’un kamuoyundan beklediği tepkinin emareleri Türkiye’de, hiç değilse Ankara’da görülmüyordu; ta ki, 31 Mayıs 2013 tarihinde hiç umulmadık bir noktada Taksim Gezi Parkı’nda kesilen birkaç ağaç ile başlayan tepkilere kadar… Taksim eylemleri sırasında ortaya çıkan ve bu yazıma son şeklini verene kadar sonlanmamış olan kitle gösterileri sokak eylemlerinin ülke politikasında belirleyici bir rol oynayabileceğini göstermiş oldu.
Ülkemizin maruz kaldığı tehdidin büyüklüğünü anlayabilmek için kitaptaki kimliği Erboğa olarak kodlanmış olan Ercilasun’un “Beden Beyin Akımı” (2BA) adlı romanında “kitle hareketinin ülke gündemini değiştirmesi” olarak kurguladığı sayfalarında söylediklerini millî güvenlik açısından ve yasal yönden sakınca içerdiğini düşündüğüm kısımları dışında fazlaca kısaltmadan sizlerle paylaşıyorum:
***
2BA : BEDEN BEYİN AKIMI’ndan Kitle Eylemleri
(2 BA’dan Alıntı)
“Bengisu ile Kılıçaslan, Erboğa ile Bayındır’ı Esenboğa’da karşılamışlar ve hep birlikle Kılıçaslan’ın kullandığı arabaya binmişlerdi. Erboğa ile Bayındır evdeki kanepelere uzanmanın hayallerini kurarken şimdi bu da ne demek oluyordu?
-Niçin eve gitmiyoruz Bengisu?
-Çünkü Sıhhiye’de miting var.
-Ne mitingi?
-Sizin hiçbir şeyden haberiniz yok baba. dedi Kılıçaslan; bir haftadır Türkiye kaynıyor.
–Bu üçüncü gün, dedi Bengisu; geçen günden beri Sıhhiye’de on binler toplanıyor.
Bayındır sordu:
-Mesele neymiş?
-Mesele değil dalga. Attila İlhan’ın dip dalgası nihayet taşmaya başladı. Ben Türkiye’yi hiç bu kadar ayakta görmedim.
-Peki Bengisu; doğrusu ben de merak etlim; gidelim bakalım.
Arabaların yolu Ulus’ta kesiliyordu. Sıhhiye istikametine gitmek yasaktı. Mecburen istasyon tarafına döndüler. İstasyon meydanından sola dönmek de mümkün değildi. Gar önündeki müthiş kalabalık Sıhhiye’ye doğru yürüyordu. Kılıçaslan Tandoğan tarafına zorlukla döndü. Beşevler’den Fevzi Çakmak Caddesi’ne dönmeye ve ilk buldukları yere park etmeye karar verdiler. Arabadan inip Beşevler’de metroya bindiler.
Metro, Demirtepe, Kızılay, Kolej duraklarında durmadı. Kurtuluş’ta indiler. Celâl Bayar Bulvarı’ndan Sıhhiye’ye doğru bir insan seli akıyordu. Caner ailesi de sele kapıldı.
-Hangi on binler, dedi Erboğa; burada en az yüz bin kişi var.
Hacettepe kavşağından öteye gidemediler.
(…)
Bütün Ankara uğulduyordu. Küçük Esat, Kavaklıdere, Çankaya, Ayrancı, Bahçelievler, Emek… Bütün Ankara ayaklanmıştı. Geceyarısı olmuş; uğultunun arkası kesilmemişti.
Uzak semtlerdeki evlerde uyumaya çalışan Ankaralılar evlerinden çıkmışlar; seslerin geldiği yöne doğru yürümeye başlamışlardı. Her yeni grup daha uzak bir yerde durmaya mecbur oluyordu. Bahçeli-Emek yönünden gelenler Kara Kuvvetleri önünde, Çankaya’dan gelenler Kuğulu Park civarında çakılıp kalmışlardı. Yollarda ateşler yanıyordu.
Bir milyonu aşkın insan üç gün boyunca dağılmadı.
“Meclis görev başına” avazesi gece gündüz Ankara semalarında çınladı. Dördüncü gün Meclis toplanmak zorunda kaldı ve yarım saat süren bir oturumun sonunda, iki ay sonra erken seçim yapılmasına karar verdi.
Haziran’ın üçüncü Pazarında seçimler yapıldı. Dört parti Meclis’e girdi.
(…)
Eylül başında Meclis açıldı.
Gündem zengindi: Anayasa’nın başlangıç maddesi, 1, 2 ve 3. maddeler, siyasi haklar ve ödevlerle ilgili maddeler, siyasi partilerle ilgili hükümler, 101. madde, yemin ve eğilimle ilgili maddeler…
Müzakerelere 1, 2 ve 3. maddelerde yapılması öngörülen değişikliklerle başlandı. Zaten Temmuz ve Ağustos ayları boyunca basını işgal eden ana konu buydu. Öncelikle devletin adı değiştirilmeliydi. Basın-yayın organlarının ve yazarların %90’ı bu fikri savunuyordu.
Başlıca iki gerekçeleri vardı. Üç ay önce Avrupa Birliği, Türkiye’nin AB’ye kabul edilmesi şartları arasına bunu da koymuştu. Türkiye, iki milletten oluştuğunu, devletin adını ve yapısını da buna göre değiştirmeyi kabul etmeliydi. İkinci gerekçeyi ise ülke gerçekleri oluşturuyordu.
Nisan ayında Ankara’yı sarsan gösterilere karşılık Diyarbakır’da da alternatif gösteriler yapılmıştı. “Ya ayrılma, ya federasyon” diyorlardı. İşte bu gerçekten hareket eden basın-yayın organları parçalanmaktansa federasyonu kabul etmenin millî çıkarlara daha uygun olduğunu yazıyorlardı. Avrupa Birliği’ne girmekse zaten Türkiye’nin devlet politikasıydı, millî hedefiydi. Meclis müzakereleri başladığı zaman bütün parti sözcüleri de aynı yönde konuştular. Millî Akım Partisinin sözcüsü, “Güneydoğu’daki vatandaşlarımızın Irak’ta kurulan Kürdistan’a kaçmasını istemiyorsak federasyonu kabul etmemiz millî bir görevdir” diyordu.
-Canları cehenneme, dedi Erboğa ve kumandayı yere fırlattı.
Yıllar önce, Birinci Körfez Harekâtı sırasında yazdığı bir yazıyı hatırlamıştı. Türkiye, Irak’ta bir Kürdistan kurulmasını da alternatif stratejileri arasına almalıydı. “Türk’üm” diyenlerin başımızın üstünde yeri vardı. “Ben Türk değilim”, diyenlerin de gidecek yeri olmalıydı. Üstelik Türkiye’nin yöneteceği böyle bir strateji, Irak Türkleri için de ayrı bir devleti şart olarak koşabilirdi.
-Kaçan kaçsın, dedi; adamlar kaçmayacak diye memleketin bir kısmını onlara mı vereceğiz?
(…)
Bengisu,
-Erboğa, bu durum nereye kadar devam edecek, diye sordu.
-Hiç şüphen olmasın Bengisu, bu durumun sonu iç çatışmadır.
…
Anayasanın bütün maddeleri bunlara göre ayarlanmış; siyasi partiler, seçim ve eğitim maddeleri bunlara göre yeniden yazılmıştı.
(…)
Müzakereler televizyondan veriliyor; sık sık birbirine giren komisyon üyeleri bütün ülkede havayı geriyordu.
Önce İçel ve Adana’da; daha sonra Malatya, Sivas, Erzurum ve Trabzon’da halk sokaklara dökülmeye, meydanları doldurmaya başlamıştı. Ankara, İstanbul, İzmir ve Eskişehir de hareketlenmişti.
Her gün birkaç ilde miting oluyor; mitinglerin çoğu da çatışmayla sonuçlanıyordu.
Çeşitli ülkelerin büyükelçileri de mitinglerde boy göstermeye başlamıştı. Teşebbüsü başlatan Fransa büyükelçisi olmuştu; İçel ve Adana mitinglerinde birer konuşma yapmıştı. ABD büyükelçisi İstanbul ve İzmir mitinglerini tercih etmişti. Alman büyükelçisi Sivas’ta, Gürcistan büyükelçisi Trabzon’da birer konuşma yapmışlardı.
O gün Erboğa, Bengisu, Kılıçaslan, Bayındır ve iki general Ulus’taki Birinci Meclis’in önünde, caddenin ortasında tam beş saat ayakta durup trafiği engellediler. Ertesi gün üç dostları da onlara katılmış, dokuz kişi olmuşlardı. Üçüncü gün 17, dördüncü gün 70 kişiydiler. Hiç konuşmuyorlar, sadece duruyorlardı. Ellerinde, üzerine ay yıldızlı bayrak resmedilmiş Türkiye Cumhuriyeti haritası vardı. Topluluğa polisler ve subaylar da katılmış, kalabalık 700 kişiye yükselmişti. Günden güne artan sivil ve asker kalabalığı 10.000’i aşınca Kızılay’a yürüyüp Genelkurmay Başkanlığı önünde beklemeye başladı. (…)
Konuşmuyorlar, bağırmıyorlar, sadece ellerindeki Türkiye haritasını havaya kaldırıyorlardı.
Avrupa Parlamentosu, kalabalığa müdahale etmeyen Türk hükümetine ateş püskürüyordu. Önce Başbakanla İçişleri Bakanını eleştiren AB sözcüleri daha sonra polis teşkilatına ve orduya yöneldiler. Türk hükümetinin kalabalığı önleyecek silâh ve tankları yoksa Ankara’ya silâh, tank ve panzer yardımı yapabileceklerini de ifade etmeye başladılar.
Diyarbakır mitinglerinden birinde konuşan Avrupa Parlamentosu başkanı, gerekirse Diyarbakır’dan Ankara’ya doğru harekete geçebileceklerini ilân etti.
Ulus’la başlayan direniş Genelkurmay önüne geçtikten sonra Erboğa ve ailesi olayları televizyondan izlemekle yetindi.
…Erboğa hareketin amacına ulaştığını düşünüyordu. Bundan sonrası milletin DNA’larına kalmıştı.
–Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır.
…
Sonra yine ülkenin başına başkaları oturacak diye mücadeleden vaz mı geçmeliydiler?
Bu, tarih boyunca bir devr-i daimdi. Ötüken’de Çinli danışmanlar. İstanbul’da devşirme sadrazamlar Tanrı kimi mükemmel yaratmış ki? Sonra canım, Türk’ün DNA’sına bu zaafları koymasaydı dünya âdil olmazdı ki!…
…
Genel Kurmay önündeki direniş günlerce sürdü. Yüz bini aşan sivil ve asker kalabalığı ikinci hafta Meclis’in bütün kapıları önünde etten duvar oluşturdu; hiçbir milletvekilinin Meclis’e girmesine izin vermedi.
(…)
Haberlerin fısıltı ve söylentilerle yayılmasının önemli bir sebebi vardı. Birkaç ay önce hükümet bütün çanak antenleri söktürmüş; bütün televizyon ve radyoları tek yayın şebekesine bağlamıştı. Radyo ve televizyonlar Meclis’in kuşatıldığı ve milletvekillerinin içeri sokulmadığı haberlerini de vermemişti.
Kulaktan kulağa söylentiler bir süre sonra el ilânlarına dönüştü. İnternet kullanıcıları aldıktan haberleri yazıcılarda
çoğaltıyorlar ve sokaklarda dağıtıyorlardı. Bütün şehirlerde, sokakta, çarşıda, pazarda birilerinin diğerlerine yazıcılarda çoğaltılmış haber bültenleri vermesi olağan hâle gelmişti. Haberler hızla yayılıyor; Kayseri, Sivas ve Erzurum ekiplerine katılanların sayısı durmadan artıyordu.
(…)
Anadolu, Anadolu olalı bunca hareket görmemişti.
(…)
Aynı haftanın başında Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Antalya ve Adana’da bütün parti binaları ve televizyonlar halk tarafından işgal edildi. Güneydoğu harekâtı adım adım televizyonlardan yayımlandı. Şehir meydanları ve televizyonlar üç marşın haykırışlarıyla günlerce çalkalandı. İstiklâl Marşı hızlı bir ritim kazanmış ve âdeta yeniden doğmuştu, Harbiye ve Onuncu Yıl marşları Anadolu’nun yeniden kazanılmasının semavi sesi hâline gelmişti.
Meclis’teki dört partinin bütün milletvekilleriyle büyük basın kuruluşlarının bütün yöneticileri sırra kadem basmışlardı. Eşparti Genel Başkanı Taha Erbozan‘ın [3] Roma’da olduğu söyleniyordu.
(…)
-Taha Erbozan’ın Roma’da olduğunu nereden duydun?
-Bir yerden duymuş değilim sevgili 2BA’m. Senin de dediğin gibi fiskos işte.
-Adamı Washington’da, Pentagon’da misafir ediyorlar. İki günde bir oğluyla gelini de kendisini ziyaret ediyor.
-Karısı da yanında mı?
-Karısı da, dünürleri de. Maliye Bakanı ve karısı da orada.
Sadece Dışişleri Bakanını bulup getirememişler.
-Desene, Amerika’da yeni bir kabine kuracaklar.
(2 BA’dan Alıntı Burada Bitti)
KAYNAK: Ahmet Bican Ercilasun, 2BA, Beden Beyin Akımı (Roman), Akçağ Yay., Ankara-2006.s.123-135.
***
Ercilasun’un tam yedi yıl önce basılan kitabında kurguladığı satırların, seçimlerle siyaset sahnesinden tasfiye edilen bazı isimler; ülkenin “çözüm süreci” , “âkil adamlar tiyatrosu” gibi gösterilerle adım adım bölünme noktasına ilerlemesi, son kitle eyleminde twitter başta olmak üzere sosyal medyanın oynadığı rol gibi gelişmeler dışında pek çok noktada gerçekleşmiş olması kendisini kutlamamızı gerektiriyor. Bir de Ercilasun’un, bilim kurgu tarzı kitabında millî bir aktivite göstermelerini hayâl ettiği iki generali gören olmadı!…
Sosyal medyanın iki haftadır ülke gündemine damga vuran etkisinden sonra, daha önce yazdığım iki yazı ile ülkücülerin sosyal medya ve internet üzerinden bilgilendirme faaliyetine önem vermeleri gereğini vurgulamamın nedeni şimdi daha iyi anlaşılmış olmalıdır.[4] 12 Eylül öncesi ülkücü kuşakların, -ne yazık ki istese de- aktif olamadığı bu alanda, yeni kuşaktan, öğrenimi sırasında bilgisayar klavyesi ile tanışmış genç kuşak ülkücülerin sonuna kadar yararlanması ve siyasî kadroların da Türk milliyetçiliğinin kitlelere erişiminde sosyal medyanın bir araç olarak kullanılmasının önemini kavramaları gereğini tekrar vurgulamak isterim.
Halen güncel konularda haftada bir olsa da fikirlerini kamuoyu ile paylaşan Ercilasun’un yazdıklarını neden daha dikkatli okumak gerektiğini anlamak isteyen okurlar mutlaka Ercilasun’un sözkonusu 2BA kitabını temin ederek okumalıdır. Bu okuma ile hem Türkoloji konusuna ömrünü adamış bir bilim adamının kaleminden çıkan satırlarla Türkçe ve hatta insanın varoluş macerası hakkında paha biçilmez değerde bilgilenecekler hem de ‘ülkenin geleceğine kafa yoran bir bilgin’in gelecek tasarımının ülkeyi yönetenler için ne denli değerli olabileceğini göreceklerdir.
Buyurun 2BA sizi bekliyor!…
___________________________________
İletişim: http://www.hayatibice.net
[1] Ahmet Bican Ercilasun, 2BA, Beden Beyin Akımı (Roman), Akçağ Yay., Ankara-2006.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=112968
[2] Kitaptaki kahramanlardan Caner Erboğa’nın Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Bengisu’nun ise değerli eşi Bilge Ercilasun olduğu, hemen anlaşılıyor. Kitaptaki birçok kahramanın asıl isimlerini çağrıştıran isimlerle değiştirilmiş olması, bulmaca çözmeye benzer bu yönüyle de kitabı, okurlar için ilginç ve merak uyandıran bir okumaya davet ediyor.
[3] 2BA kitabında Ercilasun’un yasal sakıncaları düşünerek isimlerini değiştirip “Eşparti”, “Erbozan”, gibi hayâlî isimlerle değiştirdiği siyasî aktörlerin gerçek isimlerinin neler olabileceğini güncel siyaseti kenarından da olsa takip eden okurların bile anlayabilmesi çok kolaydır.
[4] Dr. Hayati BİCE, Ülkücü Hareketi, Medya Girdabından Çıkartmak
https://www.ulkucukadro.com/ulkucu-hareketi-medya-girdabindan-cikartmak/
Dr. Hayati BİCE, İnternet ve Sosyal Medya: Ülkücü Göstergeler
https://www.ulkucukadro.com/dr-hayati-bice-sosyal-medyada-turk-milliyetcileri-ve-ulkuculer/