ROMANTİZMİN DERİN KUYULARINDA
GEZİ’Yİ DİNLEMEK
Mualla YASDIMAN
Bir telli kavak büyürdü,
Daday’ın Çiydere köyünde usuldan usuldan.
Yerin karanlığından azad olmus,
Aydınlık sular yürürdü ayaklarının ucundan.
Kendi halindeydi telli kavak.
Geceleri gökyüzüne bakarak,
Samanyolunu düşünürdü yaprak yaprak.
Başka sey de dilemezdi.
En uzak rüzgarlara kaptırmıştı başını;
Ona konmayan kuşa kuş,
Ona değmeyen rüzgara rüzgar da denmezdi.
Günlerdir gözlerimiz; gaz bombalarından ve plastik mermilerden kaçanları izlemek için TV’in ekranına yapışmış, kulaklarımız; gâh büyüklerimizin! çığlık çığlığa verdiği demeçlerle, gâh küfre yaklaşan beyanatlarıyla sağır olmaya doğru hızla yol almakta.
Kör ve sağır olmak dedim de;
Gel zaman git zaman,
Kızını everecekti Çiydereli Halil
Cebindeki yetmezdi.
Bir gece sabaha karşı;
Ver yansın ettiler baltayı ayak bileklerine Telli’nin.
Uyanıverdi ilk vuruştan
Aman, dedi telli kavak; kıyman!
Sular bulandı ayaklarının ucundan,
Yapraklar yalvardı hep bir ağızdan; vurman!
Vurman! Dedikçe vuran, yapman! Dedikçe kuduran, kinin, nefretin, bugüne kadar gücünü dışarıdan almış, bir ayağı ve varlık sebebi, o çok müteessir olduğu ‘’faiz lobisi’’ olan iktidarla yine, Ortadoğu emellerine ulaşmak için en büyük kozu ‘’halk hareketleri’’ olan kurmaca senaryoların, dünya aktivistleri tarafından beslenen bir direnişin! Taraftarlarıyla, güç arenasına dönmüş bir ‘’parkın’’ hesaplaşması…
Aman zaman dinler miydi Çiydereli Halil
Kızını everecekti, cebindeki yetmezdi.
Yıkılıverdi telli kavak,
Ortasına gecenin boylu boyuncak.
Oldu mu ya, dedi telli kavak
Böğründe duran baltaya;
Yaşayıp gidiyorduk şunun şurasında.
Kim gönderecek şimdi selamını suların,
Samanyoluna yaprak yaprak?
Ne olacak şimdi rüzgâr?
Kuşlar nereye konacak?
Alıcısı, satıcı ile kirli bir pazarlığın ortasında, romantik düşlerin, baskı altına alınmış heyecanların, birey olamadan, kendi düşlerini dile getirememenin acziyle kıvranan ergenin ‘’ kutsal bir çağrıya’’ neden ve niçinleri tahlil etmeden uymasıyla, varlığını‘’her ne surette olursa olsun’’devam ettirmek kararlığında olan siyasi iktidarın başı Sn. Başbakan’ın, artık zamanının dolduğunu gördüğü halde hem içeriye hem dışarıya karşılıklı restidir Gezi…
Ordan oraya atıldı telli kavak
Elden ele satıldı.
Boynuna dört demir takıldı
Çankırı’ya beş mavzer atımı uzak,
Bir tepenin duldasına çakıldı.
Telefon direği oldu telli kavak.
Vınladı durdu telefon telleri boynunda.
Samanyoluna baktı geceleri.
Suları düşündü ayaklarının ucunda,
Yapraklarını düşündü,
Rüzgârı düşündü avucunda,
Gözleri dolu dolu oldu.
Bir türkü tutturdu en sonunda;
‘Telefonun tellerine, kuşlar mı konar
Herkes sevdiğine cicim, böyle mi yapar?’
Şüphe, korku, gerilim, güvensizlik birdenbire tehdite dönüşüyor. Kaybetme korkusunun dayanılmaz baskısı altında bir Başbakan…
Şahsi emellerle, kin ve nefretle yıllardır yalnızlaştırılan bir milletin; dışarıdan ithal, popüler kültürün tez ve iddiaları ile siyasi – ekonomik çıkarlar için pompalanan ve çığlığa dönüşen isyanına şahit oluyoruz günlerdir.
Tıpkı telli kavak gibi, boynumuza geçirilen boyunduruklar acı veriyor.
Ne samanyolunu ne yön tayin eden Kuzey Yıldızını ne gökkuşağının renklerini görebiliyoruz artık.
Böğrümüzde duran bu baltayla daha ne kadar yaşarız, nereye konar gönlümüzün kuşları…
**************
Binlerce rakkase en alımlı sözleri üflüyor ruhumuza
Ey akıl, ey mantık ey idrak ve izan
Elma dedim çık, armut dedim çık
Çık da gel artık….
Not: Aydın Gün’e saygıyla