HER YER TAKSİM “GEZİ PARKI”
HER YER DİRENİŞ
Babür Hüseyin ÖZBEK
Dik, sert, halka yakın değil; kendine, düşünce yapısına uymayan herkesi azarlayarak tersleyerek cevap veriyor. Hitler, Stalin ve Salazar yönetimlerinden bir-iki kadem geride; sanki eksiğini tamamlayarak ağır ağır o çizgiye doğru yürüyor. Karşısında bulunan farklı düşüncelerinde haklı olabileceğine hiç ihtimal vermiyor. Krallık, sultanlık ve diktatörlükle yönetilen, tek yetkili liderlerin paralelindeymiş gibi güçlü olduğuna hükmediyor; o mealde, o istikamette uygulamalara girişiyor.
3 Haziran 2013 tarihli köşe yazısında iktidara yakın, onlara doğru rota çizdiğini düşünen Taha Akyol; “Başbakan ve arkadaşları kendilerine sormalı; tansiyon böyle devam ederse, daha nerelere tırmanır?” diyerek bir tereddüt geçiriyor.
İktidarı canla başla destekleyen, burnundan kıl aldırmayan, bir yere kadar önce suskun, sonra tekrar bildikleri hatta hızla geçip düzende yerini alan iktidar yanlılarının rahatları kaçtı. Önce ürker gibi oldularsa da, partinin ağır topları duruma hemen el atıp çekilme, dağılma, acaba darbeye mi gidiyoruz temayüllerini erittiler.
İktidar 11 senedir, 2’inci değil 3’üncü mutlu dönemini yaşıyor. Toplumda tatmin ettiği, mutlu ettiği, doyurduğu ve yarınlarını güven altına aldığı insanlar ve onları temsil eden guruplar oluştu. Ancak bu kadar uzun zaman bir ülkeyi yönetip de yıpranmamak mümkün değildir. Emekçi, işçi kesimi iktidardan memnun değil; iyi organize olmadığından sesi çıkmıyor.
Fikri yapısı, Türk Dünyası’na yakın insanları üzüyor. Kendilerinin yerine tercihen Arap Dünyası’nı koyması, RTE’nin Arap başkent sokaklarında cılız kitlelerce şimdiki; “İslami Lider” görmesi onu mutlu edebilir, doğrudur. Ancak kendi ülkesinde “omurgayı oluşturan”:Türk, bayrak, Atatürk ve askerini tartışmaya açması, açtırması iyi işaretler değil. Şimdi ve başlayan, toplumun birikim noktalarında patlayan ilerde çalacak tehlike çanlarının uzaktan duyulan, hissedilen sesleri bunlar. Özünde dev bir “alışveriş merkezi” ve lüks, süper gelirli “rezidanslar” dikmek isteğine karşı halkın: “Her yer Taksim-Gezi Parkı, Her yer direniş” ortak sloganı ile ayağa kalkışı, karşı koyuşu bu.
İKTİDAR YANLIŞ ATA OYNADI
Bazı günler vardır ilerde anılır, nirengi noktası, başlangıç anı, çıkış yeri olarak tarihe geçer. 28 Mayıs 2013 günü başlayan küçük bir eylem, 4’üncü gününde büyüdü, alevlendi 31 Mayıs 2013 Cuma gecesi ülkeyi sardı. Özellikle o gece İstanbul, Ankara ve İzmir geceyi ayakta geçirdi. Olaylar hızla diğer Anadolu şehirlerine yayıldı. Yurt dışında yaşayan “Türk Dünyası” endişelendi. Bulunduğu ülkenin haber kanallarından duyduklarından dehşete kapılan “Ben Türküm” diyen her kişi; Bakü’de, Paris’te, New York’ta, Berlin’de ve Milano’da ellerinde bayraklarla güçleri nispetinde sokaklara döküldüler.
Taksim Gezi Parkı’nda ki 12 ağaç yerlerinden sökülmüştü. Yerine Topçu Kışlası ve alışveriş merkezi yapılacaktı. Duyarlı toplum hareketlendi. Gençler buraya çadırlar kurdular, iktidarın uygulamasına karşı tavır aldılar. Ancak bir gece polis çadırları söktü, yaktı; kitap okuyan, müzik dinleyen, gitar çalan bu şekilde tepkilerini dile getiren gençleri dağıttı, gaz bombası kullandı. Direnenler sert, çok sert; o an için susturuldu.
İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü, Belediye Başkanı ve AKP’nin üst düzey söz sahibi yöneticileri küçük gördükleri, hemen susturacaklarını sandıkları toplumun hızla, kartopu gibi büyüyüp çoğalarak 31 Mayıs 2013 Cuma gecesi benzin dökülmüşçesine alevleneceğini hesaplayamadılar.
3 Haziran 2013’de olaylar bu kadar kötü, gelişmeler hızla yön değiştirirken Başbakan RTE Kuzey Afrika ülkeleri Fas, Cezayir ve Tunus’a geziye çıkıyordu. Hiç aldırış etmedi, gelişmeleri okuyamadı, yarınlarda olacakları düşünemedi gene sertti. Fas – Casablanca’ya götüreceği heyetinin başına geçmeden havaalanında kükredi: “Birkaç çapulcuya pabuç bırakmam” diyerek Kasımpaşa ağzı ile rest çekti ve gitti. Yanlış ata oynadı. Taksim – Gezi Parkı eyleminin ileriki dönemlerinde halk ona “Şah – mat” hamlesi yapacak. Zira gelecek yıl halkın önüne üç seçim sandığı konacak.
1,2,3,4 ve 5 Haziran günleri olaylar yer yer ve bilhassa geceleri büyük şehirlerde tahribatlar yaparak devam etti. 3 Haziranı 4’üne bağlayan gece iktidarın ağır topları başta Cumhurbaşkanı (ki onu da iktidardan sayıyorum), diğeri Başbakan Yardımcısı; “Yatıştırma, yokluğunda RTE’ye rağmen alttan alma politikası”nı uygulama kararı verdiler. Bu görevi üstlenen Bülent Arınç bir basın toplantısı ile mikrofonların önüne geçti. Anlatılması zor, uygun yatıştırıcı cümlelerle; “Ağlar Gibi” bir konuşma ile özür diledi. Neticede hiç bir şey olmamış gibi, olağan üstü sakin bir görüntü çizme gayreti içindeydi.
Araştırın bakın neler göreceksiniz; seçim dönemlerinde söylenmiş, şimdi ise bu sözlerin hangileri hayata geçmiş, hangileri unutulmuş, şaşıracaksınız! Rami Kışlası’nın kültür merkezine dönüşmesi, büyük bir kütüphane yapılması, Mimar Sinan Türbesi’nin bakımı ve civarının temizlenmesi, Süleymaniye Projesi…gibi. Ancak bunlar o gün yazılmış, söylenmiş ve bitmemiş projeler. Bitmez, çünkü ucunda para yok, rant yok.
İşler büyüyüp tepkiler ülkeyi sarmasa idi, geri dönüş olmayacaktı. Son ana kadar iktidar geri adım atmadı. Çünkü burası Taksim, burası Türkiye’nin merkezi, kim bilir kimler nasıl rantlar sağlayacak, AVM’leri kimlerin parasına para katacaktı. Ne var ki şimdi oyun bozuldu.
ÇEVRESİNİ VE HALKINI KORKUTAN BAŞBAKAN
Taksim – Gezi Projesi’nin mimarı Halil Onur çevre koruma kurulu üyesi iken birden İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından , “Tarihi Alan Yönetim Başkanlığı”na atanınca sanki diğer işler ahlâki imiş gibi iki görevi birden yapması etik bulunmadı ve kurul üyeliğinden ayrılması tavsiye edildi. Lütfen meselenin birde bu yönde ki akışı var, onu da göz ardı etmeden değerlendirin.
Sayın Başbakan devamlı “Güven – İstikrar” kelimelerini kullanıyor, bununla övünüyordu. Bugün itibariyle güven kelimesi yerini tereddüde bıraktı. İstikrar güvenden sonra gelir ki; güven çemberi ha kırıldı, ha kırılacak! Zedeleniyor, yara alıyor. Ve de o fay hattında sarsıntı devam ediyor.
1 ve 2 Haziran 2013’de, o 2 günde 6 konuşma yaptınız. Sürekli attınız tuttunuz, yağdınız gürlediniz; “Twitter belası” dediniz, “Bir avuç çapulcuya pabuç bırakmayız” dediniz, “İki ayyaş” dediniz, “Biz de %50 çıkarırız” dediniz. Dediniz de dediniz! O 2 gün boyunca sizi Fas’a götürecek uçağa bininceye kadar hep konuştunuz.
Bir Başbakan olarak halkın psikolojisini anlayamıyorsunuz, çevreniz de size bunu anlatamıyor, çekiniyor ve belki de sizden korkuyor.
Ne acı, ne kötü!
Bunlardan dolayı, “Ben ne yaptım, nasıl yaptım, hata yapmış olabilir miyim?” diye kendinize soramıyorsunuz. Sanki daha seçilmeden “Başkan yetkileri” kullanır bir hava içindesiniz. Bu millet size verdiği reylerin karşılığını böyle mi görmeli?
Herkesi hizaya getirme isteği, nasıl yaşayacağı, ne içeceği, kime inanacağını yönlendirme histerisine kapılmış bir Başbakan var karşımızda. Bi şekilde bu düşüncerini 76 milyona dikte ettirecek. Yok, baktı ki olmadı, olmuyor, şimdide çıkarıp Bülent Arınç ile toplumdan özür diletecek.
Eğer bir yerde, bir toplantıda, bir konuşmada Ufuk Uraz, Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü ve Pensilvanya vesayetli Bületn Arınç’lar gibi şeriat özlemi çekenler, Kürtçü ve Kürtçü komünistler, asker düşmanı, Atatürk aleyhtarları, Kandil’e giderken “Askere namlunun ucunu gösteren eşkıyalar” varsa, onların söylediklerine, davranışlarına karşıyım. Bunlara Türk milliyetçilerinin de karşı olduğunu düşünüyorum.
Taksim – Gezi eylemlerinde iktidar çok şey kaybetti. Şimdi sağdan veya soldan, sakat yapmadan, çapariz vermeden, normale dönüş yolunu arıyor. Çünkü ufukta dağınıkta olsa yağmur yüklü kara bulutları gördü.
Sağanak bugün olmazsa yarın başlayacak. Hem de umulmadık bir yerden belki Ankara’dan, belki Kerkük’ten, ve belki de Silivri’den esecekti; başladı işte, pruvadan 7 – 8 kuvvetinde beyaz köpükler saçarak esiyor!