Sayın Başbakanın 21.06.2013 günü Kayseri’de yaptığı konuşmada, “- Alevi kardeşlerimiz üzerinde çok çirkin bir oyun oynanmak isteniyor” demesi bu konuşmanın basında yer alan muhtemel yapılacaklar listesi üzerine:
AÇIK MEKTUP
Sayın Başbakanım,
21.06.2013 günü Kayseri’de yapığınız konuşmada, “- Alevi kardeşlerimiz üzerinde çok çirkin bir oyun oynanmak isteniyor” cümlesi ile başlayan açıklamanızdan cesaret alarak bu mektubu yazmaya vicdanen kendimi mecbur hissettim.
Hatırlayacağınız üzerine 07.01.2008 tarihinde detaylı sayılacak bir mektup yazmıştım.
Bu mektupta, “25 Ekim 2007 tarihinde Danimarka’nın Aleviliği “din” ve “Danimarka Alevi Birlikleri Federasyonu’nu “Din Kurumu” olarak kabul etmesi ile Alevilik probleminde yeni bir döneme girilmiştir” diyerek tehlikeye dikkatlerinizi çekmiş ve 2014 yılına kadar “Aleviliği Din Tanıma” faaliyetlerinin artacağını arzederek alınması gereken tedbirlere işaret etmiştim.
10.06.2013 günü internette yazdığım makalemde ise, “Danimarka, Hollanda, Avusturya, İsveç Aleviliği kendine özgü bir inanç” olarak “din olarak” tanıdı.
Alevilikle ilgili çalışmalarda merkez işlevi gören Almanya’nın Berlin, Baden Württemberg, Kuzey Ren Vesfalya, Bavyera, Hessen Eyaletleri ile İsviçre’nin Basel Kantonu “kendine özgü bir inanç” olarak “din olarak” tanıyor.
Adı sayılan yerlerde bulunan Alevi Federasyon veya Dernekleri de “Din Kurumu” statüsünde kabul ediliyor” şeklinde bir bilgiye yer verdim.
Aziz Başbakanım, Sevgili Kardeşim,
Sizinle İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda aynı eğitimi görerek, aynı hava ve misyonla yetişmiş; 28 şubat sürecinde:
“- Ben Türküm diyen bir tek İmam-Hatipli tanıyor musunuz?” diye çığlıklar atılarak aşağılandığımız günlerde, “Türküm, Müslüman’ım, İmam-Hatipliyim” diye makale yazarak cevap vermiştim.
Ayrıca neslimize ve “Milliyetçi – Muhafazakâr” kesimde, hayatında ilkleri uygulayarak “örnek model” olmuş bir ağabeyiniz olarak yazdığım bu mektubu ciddiyetle ele alacağınızı ve “iyi bildiğinizi bildiğim, Alevilik; yani Tarikatlar meselesini ele alacağınıza inanıyorum.
Sayın Başbakanım,
Lütfen bu konuda geçici, zaman kazandırıcı, “Alevi Çalıştayları” gibi konuyla ilgisi olmayan ve meseleyi küllemeye yönelik içi boş tedbirlere fırsat ve imkân vermeyiniz.
03.mart.1924 tarihinde 429 sayılı kanunla kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev alanı içinde, Bir tüzük ve sekiz yönetmelikten oluşan ve ilk defa tarafımdan Türkçeye çevrilmiş olan “Osmanlı Tekke Mevzuatı” 31.12.1925 tarihine kadar Cumhuriyet’in de mevzuatı olmuştur.
429 sayılı kanunun 5. Maddesine göre, “bütün camilerin, mescitlerin, “tekaya ve zevaya” tekkelerin ve zaviyelerin idaresine; imam, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımların ve diğer görevlilerin tayinlerine ve görevden alınmalarına Diyanet İşleri Başkanlığı görevlidir” şeklindedir.
03.03.1924 – 31.12.1925 tarihleri arasında tarikatlar ve görevlileri hakkında -ne yazıktır ki, -1964-65 yıllarında Kocatepe’ye taşınırken eski evrakın, kağıt yapılmak üzere SEKA’ya gönderilmiş olması sebebiyle- bilgi yoktur.
Anayasamızın 174. Maddesi korumasında bulunan kanunların “anayasa mahkemesinde iptal davası açılamayacağını” öngörmektedir. Değiştirilemeyeceğine dair her hangi bir hüküm içermemektedir.
Nitekim tarikatları yasaklayan 677 sayılı kanunda en son değişiklik ,” 7/2/1990 tarih ve 3612/5 md.) Türbelerden Türk Büyüklerine ait olanlarla büyük sanat değeri bulunanlar Kültür Bakanlığınca umuma açılabilir. Bunlara bakım için gerekli memur ve hizmetliler tayin edilir” şeklindedir.
Basında yer alan, “ Hacı Bektaş-ı Veli veya Pir Sultan Abdal adı altında üniversite kurulması, İnanç ve Kültür Vakıfları yasa taslağı hazırlanması, Devlet Bütçesinden Cemevine yardım, Cemevleri bu vakıflara bağlı olarak inanç ve kültür merkezi olarak hizmet vermesi, Alevi Dedelerine Maaş verilmesi…” gibi öneriler konuyla doğrudan ilgisi olmayan; daha doğrusu aynı tür içinde yer alan diğer tarikatlar karşısında “İmtiyaz verilmesi” anlamına gelir ki, bu da anayasanın “Adalet ve Eşitlik” ilkesine açıkça aykırılık demektir.
Sayın Başbakanım,
Yanlış hatırlamıyorsam, 2000 yılında Diyanet’in yeni binasında, o zamanki Sayın Başkan’ın başkanlığında, (benim de katıldığım) güvenlik ve istihbarat birimlerinden en az üçer kişinin katıldığı, Alevilik konulu bir toplantıda bu konu görüşülmüştü. Bütün kurumlar, olumlu görüş belirterek, kendi kurumları ve genel olarak devletin neler yapacakları konusunda Diyanet’in daha geniş bir çalışma yapması önerisinde bulunmuştu.
Üzülerek arzetmeliyim ki, Diyanet bu çalışmayı yapmadı. Sayın Ali Bardakoğlu’na olayı anlatıp, belgelerinin “özel kalem”inde olduğunu arzetmeme rağmen o da ilgilenmedi.
Toplantıya katılmış ve Başkanlık görüşünü hazırlamış olan Sayın Ekrem KELEŞ halen Diyanet Başkan Yardımcısı’dır.
Sayın Başbakanım,
“Alevi İslam”, “Alevi Mezhebi” gibi yeni icat terimler bize ve bizim kültürümüze ait değildir ve bölücülüğe katkı sağlamaktadır.
Türkiye’de Aleviler ve Alevi olmayanlar arasında hiçbir ihtilaf yokken, bu günlere geldiğimiz kabul edilmelidir. Bunda, Osmanlı döneminde farkı il ve ilçelerde açılmış ikibinden fazla “Yabancı Okullar”la başlayan yabancı el ve istihbarat kurumlarının katkısı olduğu açıktır.
Eskiden Gaziantep, K.Maraş, Hatay ve benzeri illerimizde yaz aylarında meyan kökünden yapılan şerbetler ücretsiz olarak isteyenlere dağıtılırken çarşıda pazarda söylenen;
“- Fi Sebilillah!
– Hasbeten lillah!
– Hasan Hüseyin efendimizin ruhu şad ola!
– Hayır sahibinin hayrı kabul ve makbul ola!” denirdi.
Bu güzel sözleri yeniden kültürümüze kazandırmak ve duymak istiyoruz.
Asıl yapılacak iş: 677 sayılı kanunda yapılacak bir değişikliktir. Bütün tarikatları “siyaset dışı alan”a çekerek, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bulunduğu siyaset dışı alanda, “devletin gözetim ve denetiminde”, tarikatların asgari iki, en çok üç yıllık bir geçiş ve eğitim süreci konularak, eski mevzuata benzer bir mevzuatla 677 sayılı kanunu değiştirmek tek çözümdür.
Bununla dergâhlar sahibine dönecek ve ülkemiz gerçek anlamda laikleşecek; yasak tarikatçılık sona ererek, “din ve devlet laikliğin tarif edip tanımladığı kendi sınırlarına çekilecektir”.
Bu yapılmayacak olursa, dış tahrikler ve içerdeki cehalet ve ideolojik tarafların düşmanlaşmış olması sebebiyle sosyal çatışma artacak ve çok ciddi problemlere sebep olacaktır.
Bu önerimiz dikkate alınması ile ülkemiz daha özgürleşmiş ve daha fazla demokratikleşmiş Türkiye anlamına da gelecek; ayrıca insanımızın unuttuğumuz tasavvufi eğitimi gündeme gelecektir.
Unutmayalım ki, Selçuklu ve Osmanlı döneminde “halk eğitimi” tasavufi anlayışı ifade eden dergâhlarda, tekkelerde yapılırdı. Bütün tarikatların bir tek amacı vardı: İnsan-ı Kâmil yetiştirmekti.
Okumuş olmasa bile hamlıktan kurtulmuş; insanlık eğitimi almış, adam gibi adam olmuş insan tipine her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz açık değil midir?
Türkiye’nin tarikat yasağı bulunan tek ülke olduğunu hatırlamamız bile herkesi bu konuyu düşünmeye mecbur etmektedir.
Sayın Başbakanım,
Bu konuda, kırkbir yıl (1972-2013) emek vermiş din hizmetlisi ve bilim adamı sıfatı ile üzerime düşecek her türlü yardım ve desteğe hazır olduğumu bildirerek, bilgi ve takdirlerinize saygı ile arzederim.