SAVARONA, DENİZCİLERİN SEYİR DEFTERİNDEN…
Babür Hüseyin ÖZBEK
Savarona; yüzen cennet, olağanüstü yat, bi- şekilde ayakta kalabilmiş yaşayan efsane… Atatürk’ün kısa; 56 gün süren istirahatında, tedavisinde, hayran kaldığı, unutamadığı; 01 Haziran / 25 Temmuz 1938’de Dolmabahçe önlerindeki su üstü mekânı, gemici dili ile M/Y. Savarona.
Özel, kraliyete ait olmayan bugüne kadar inşa edilmiş en büyük yat. Geniş, düzenli güverte ve kamaraları ile görenleri hayran bırakan, geçmişi tarihi hatıralarla yüklü bir teknedir M/Y. Savarona…
136 metre boyu, 16 metre direk yüksekliği, 6,1 metre su çekimi, 18 deniz mili hızı (ekonomik hızı 16 N.Mile) olup, 4 646 gros tondur. Ana süite ek olarak 17 lüks süit – kamaraya sahiptir.
HİNT OKYANUSU’NDA YAŞAYAN BİR KUĞU
Dünyanın 1929 – 30 ekonomik krizini yaşadığı dönemde, Avrupalı ve Amerikalı zenginler arasında yatla okyanuslarda dolaşma modası vardı. Emily Margaret Cadwalader ve eşi de bu akıma ayak uydurdular. 1926’da 40 metrelik bir yat yaptırıp adını Savarona koydular. İki yıl sonra 1928’de 80 metre boyunda ikinci bir yat yaptırıp onun da adını Savarona koydular.
Bazen zenginlik ve çılgınlıkta hudut yoktur. Üç yıl sonra dünyanın en büyük yatını yaptırdılar ve adını gene Savarona koydular. Birinci ve ikincilerin akıbetlerini bilmiyoruz ama üçüncü Savarona yatı ismini aldığı, “Hint Okyanusu’nda yaşayan bir Afrika kuğusu” gibi, ince, zarif. Baştan kıça doğru, güvertelerin yapısı, teknenin inşa şekli insan eli ile yapılmış beyaz bir kuğu gibi M/Y. Savarona…
Tekne Almanya da Hamburg’da, Bohm und Voss tersanesinde 28 Şubat 1931’de kızaktan suya indirildi. Bu dünyaca ünlü tersane, bizim şanlı Yavuz muharebe kruvazörümüzün de (S.M.S. Goeben) 28 Mart 1911’de kızaktan denize indirilip inşa ve donanımının yapıldığı yerdi.
Teknenin ilk yapıldığı yıllarda yaşam mahalleri bugünkü gibi değildi. Üç lüks kamara, oyun salonları, yemek salonu ve gene geniş bir salondan ibaretti. Bütün geminin % 65’i ana makine, yardımcı makineler ve yaşamı lüks şekilde idame ettirecek teknik donanımla kaplıydı. Gemiyi 85 civarında konusunda uzman personel yürütüyordu. Donanımı tamamlanıp göz kamaştırmaya, denizlerde “bir cins Afrika kuğusu” gibi salınmaya başladı. 2 – 3 sene Atlantik’te dolaşan yatın, Amerika karasularına girişine müsaade alınamadı. A.B.D. maliyesi yatın inşa ve donanımına harcanan miktar kadar vergi, gümrük ve liman kayıt ücreti istedi. Davalar açıldı; uzadı ve E.M.Cadwalador çifti ne yaptı ise başarılı olamadı.
Hep vergi kaçırmakla suçlandılar.
Yatta yalnız kaldığı dönemlerde Bayan Emily Margaret Cadwalader geminin Baş Mühendisi’ne (Baş Çarkçısı’na) sırılsıklam aşık oldu. Bir aile faciası yaşanmak üzere idi ki, Şubat 1937’de yatın satışa çıkarıldığı Londra’da denizcilik camiasına duyuruldu.
SOUTHAMPTON’DA TÜRK BAYRAĞI ÇEKİLDİ
İngiliz Kralı 8’inci Edward bu tarihlerde İstanbul’da idi. Atatürk Moda Koyu’nda misafiri onuruna yelken yarışları düzenledi. Bu yarışı iki devlet başkanı Ertuğrul Yatı’ndan takip ederken, Kralın beyaz elbiselerinin üzerine yaşlı tekne Ertuğrul’un, “yağlı, ziftli kurumları” döküldü. Her şey berbat oldu. Denizci bir ülkenin kralına bunun izahı olamazdı. Atatürk’ün canı sıkıldı. Birlikte yarışları takip eden İngiliz yatına geçtiler.
Ertuğrul yatındaki kötü gelişme ve uzun zamandır doktorların Atatürk’ün rahatsızlığının ilerlediğini, acilen “deniz havası” tavsiyesi, devlet ricalini geçte olsa hareketlendirdi. Lidere yakışacak bir yat arayışı başladı.
Berlin Elçisi Haydar Apak, Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak ve Londra Elçisi Fethi Okyar bu işleri takiple görevlendirildi. M/Y. Savarona’nın satışta olduğu haberi üzerine resmi Atatürk’e gönderildi. Ata: “Beğendim, uygunsa takip edip alalım.” dedi. Aynı tarihlerde, Türk Heyeti alım teklifi verdiğinde Hitler de bu tekneyi almaya talipti. Ancak Atatürk talip olunca, onun rahatsızlığını da göz önüne alan Almanların alımdan vazgeçtiği görüldü.
Yat Amerikan karasularına giremediğinden sahiplerinin deniz tutkusunu kırmış, üç senedir İngiltere’nin güneyinde Southampton limanında demirde beklemişti.
Umulanın çok altında, 1 milyon 200 bin dolara yatı satın aldık. 24 Mart 1938 tarihinde Southampton limanında, Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Fethi Okyar Savarona’nın kıç gönderine Türk Bayrağını çekti. Artık inşa edildiği tersaneye gidecek, iyi bir overhol (bakım) gördükten sonra Türkiye’ye intikal edecekti. Her şey hazır olunca 22 Mayıs 1938’de Süvari Sait Özege ve 45 personeli ile gemi rotasını Akdeniz’e, Türkiye’ye çevirdi. Artık okyanuslar, lüks geziler o an için geride kalmıştı.
56 GÜNLÜK KISA YAŞAM
Savarona Ege’de Türk karasularına girdikten bir gün sonra, 01 Haziran 1938’de 06:30’da Florya önlerine demirledi. Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda idi. Gemi demir aldı. Bu defa 13. 45’te Dolmabahçe önlerine demirledi. 2 saat sonra Büyük Atatürk Acar motoru ile yanında Hasan Rıza Soyak, Salih Bozok ve Kılıç Ali ile yata geldi.
Resimde gördüğünden daha çok beğenmişti; keyiflendi, geçici de olsa yüzü güldü. Daha önce isminin değişmesi istenmişti. Aranmış taranmış, “Savarona” yerine, “Güneşdil” kelimesi uygun görülmüştü. Yata çıktıktan sonra öyle etkilendi ki, “ismi değişmesin, öyle kalsın, gene Savarona olsun” dedi Ata.
Önceleri hayli moralli idi. Rahatsızlığı hafifler, geçer gibi oldu. Doktorların dikkatine, kendi hassasiyetine rağmen teknede iki defa kriz geçirdi. Hastalığı beklenmedik şekilde ilerledi, artık yatta M/Y. Savarona’da sürekli kalması birkaç yönden iyi olmayabilirdi. 01 Haziran saat 13:45’te geldiği tekneden 56 gün sonra 25 Temmuz 1938 sabaha doğru hatta sabahı bile beklemeden oturduğu koltuğu ile acilen karaya-Dolmabahçe’ye alındı.
Gidiş o gidiş oldu. Çok sevdiği, “Çocuğum” dediği M/Y. Savarona’ya bir daha dönmeye ömrü yetmedi.
Çevresi, Türk halkı, çok ama çok şey beklemişti. Sağlığına kavuşacağı eski günlere döneceği zannediliyordu. Keşke daha önce, en az iki yıl evvel böyle bir yat alınıp sağlık uygulamasına gidilebilseydi.
56 gün güvertelerinde, kamarasında ve köprüüstünde dolaştı. Deniz havasını teneffüs etti. O geminin her yerine bakışlarıyla yaşamından, düşüncelerinden şimdi silinir gibi olsa da izler bıraktı. Ana güvertede oturup boğazı seyretmeye doyamadı.
Ömrü yetmedi!
Bize o tekneyi emanet olarak bıraktı. Hep, “Ata’mızın emaneti Savarona” olarak anıldı. Biz, “Denizcilerin Seyir Defterlerinde” de hep böyle yazar ve yazacak.
ATA’NIN İZLERİNİ TAŞIYAN SAVARONA’DA STAJ
Ata’nın vefatından sonra hayli uzun zaman kullanılmadı. Rahmetli İnönü ve İnönü hükümetleri Savarona’yı masraflı buldular. II. Dünya Harbi devam ediyordu. Ülkede yokluk vardı, satmak istediler. Önceleri bir İngiliz firması alımkâr oldu ise de Türk basının tepkisi üzerine alımdan çekildi, vazgeçti. “Savarona bize Atatürk’ün emaneti satılmamalı, satılamaz…” gibi yayınlar satışı durdurdu.
Atıl vaziyette Kasımpaşa önlerinde yıllarca bekleyen gemi çürüyordu. 1951’in başlarında iyi bir ücretle Mısırlı bir zengine kiralandı ise de gene sert tepkilere sebep oldu. Zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın doğru bir kararı ile 2 Temmuz 1951’de Deniz Kuvvetleri Komutalığı’na verildi. Deniz Harp Okulu talebelerine yılsonu “Açık deniz eğitim gemisi” olarak kullanılması talebi uygun görüldü.
Geminin ilk komutanı Albay Hakkı Burak, M/Y. Savarona’daki her şeyi saydı, kontrol etti, ettirdi; demirbaşa alıp listeledi.
Deniz Kuvvetleri teknenin iyi bir bakımını yaptıktan sonra ilk seferine hazırladı. 65’ Deniz Harp Okulu talebesi, hükümetin Hint Müslümanlar’ına Pakistan ve Hicaz ülkelerine bayrak gösterme siyaseti gereği 01 Ekim 1951’de, 70 günlük uzun bir seyre çıktı; İskenderiye, Cidde, Aden, Karaşi ve Hindistan’ın Mumbai (Bombay) limanlarını ziyaret etti. Çok faydalı oldu. O günün İngiliz baskısına karşı umulanın üzerinde etkili oldu.
1955’te Deniz Harp Okulu talebelerinin yaz eğitimi seyrinde Irak Kralı Faysal’ı da alarak Napoli açıklarındaki Capri Adası’na götürdüğü haberi meclisi karıştırdı. DP-CHP dalaşması yaşandı. Ancak 1946’da da aynı kralın İskenderun’dan Marsilya’ya götürüldüğü haberinin niye gizlendiği, söylenmediği halktan saklandığı dile getirildi.
M/Y. Savarona yıllarca okul eğitim gemisi olarak hizmet vermeye devam etti. Her yıl mayıs ayı başında Heybeliada önlerine gelip, eğitim için hazır olduğunu, kendisini sevenlere, bekleyenlere “Ben buradayım, sizlere dünyayı tanıtacağım” dercesine deniz subay adayı talebelere (cadet) göz kırptı.
Yıl 1966, 12 Temmuz, saat 18:30 gibi; M/Y. Savarona Heybeliada önlerinden 124 Deniz Harp Okulu öğrencisini yıl sonu açık deniz eğitim seyrine götürüyor. Ada önü; oğlunu, sevgilisini, denize gönderecek ailelerle, genç kızlarla dolu. Bunların heyecanı, yabancı ülkelerde San Diego, Liverpool, Hamburg ve St. Petersburg gibi ünlü limanları hatırlatıyor. Adeta şimdiki Marmaris-Aksaz Deniz Üssü’nden Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na gönderilen fırkateynlerin limana geliş ve gidişlerini, uğurlanış ve karşılanışlarını çağrıştırıyordu.
Tekne okul gemisi olarak inşa edilmediğinden, öğrenci yaşam ve yatma yerleri sıkışık dar ve yetersizdi. Kamaralarda üçer dörder kişi kalınıyordu. Ben kamarada kimlerle kaldım bilmiyorum. Murat Gürbaz’la mı, yoksa gemilerde süvarilik yaparken vefat eden Erol Aytürk’le mi veya emekli olduktan sonra halâ süvarilik yapan Erol Aktaş’la mı? Tam hatırlayamıyorum. Sırasıyla: Trablusgarp, Tunus, Cezayir, Cebelitarık, Barselona, Marsilya, Livorno, Augusto (Sicilya Adası) ve La Valetta (Malta Adası) olmak üzere 9 liman yaptık. Çok şey öğrendik. Deniz masaüstünde değil, canlı, su üstünde yaşayarak öğrenilirse daha verimli olur. Bir denizcinin seyir defterinde bunlar da vardır.
Sonraki yıllarda dünyanın değişik limanlarına gittim, gördüm. Ama o ilk yaşadığım, içinde Tuncay Marmara ve Halil Artunay’ın da izleri olan talebelik yıllarımın; çocuksu, belinde meçli, yakasında kışın çıpa ve numaralar; yazın apoletli üniformaların verdiği tadı bulamadım. Ne de olsa tarihe ışık tutan, büyük Ata’nın izlerini taşıyan bir gemide staj yapmanın, öğrenme gayreti içinde olmanın heyecanını yaşamıştık. İnsanların hatıraları, denizcilerin, “Eğer gerçek denizciler ise” ruhlarında kaydedilmemiş ikinci bir seyir defterleri vardır. Umulmadık bir anda, gözlerinin önünden okyanus olur, ışık olur geçer.
M/Y. Savarona kış aylarında bakımı yapılıp ilkbaharda Heybeli önlerine gelir, Büyükada’ya doğru demirlerdi. Seyir bittikten sonra da çoğunlukla Ekim ayı sonları ve hatta Kasıma kadar ada önünde demirde kaldığı olurdu.
03 Ekim 1979’da Heybeliada önlerinde demirde, makine dairesinde yangın çıktı. Personel hatası veya sabotaj yapılmıştı. Doğruluk derecesini bilemiyorum ama o tarihlerde yedek subay Ermeni bir doktorun o yıkıma- faciaya sebep olduğu dillerde dolaştı.
Gemi kısmen harap olmuştu. Onarımı 10 ay sürdü ve 24 Ağustos 1980’de tekrar Deniz Harp Okulu öğrencilerinin hizmetine hazır hale getirildi. Fakat teknenin ana ve yardımcı makineleri günün şartlarına uygun değildi. Verim düştü. Masraflar aşırı arttı. 27 Temmuz 1986’da gemi Deniz Kuvvetleri’nden alındı.
Bu anı yığını, ışıltılı mücevher sepeti, denizlerin sultanı, sahipsiz kaldı. Çürümeye terk edildi. Sonuçta hurdaya çıkarılarak söküm için İzmir Aliağa’ya tam yollanacakken, durumu şerifali escort bilen, iyi değerlendiren kişilerce günün Başbakanı Turgut Özal’a izah edilerek, hurda operasyonunun durdurulması sağlandı.
Uzun bürokratik işlemlerin sonunda gemi 49 yıllığına Armatör Kahraman Sadıkoğlu ile Japon ortağı Hyatt Regency otellerinin sahiplerine onarılıp kullanmak kayıt ve şartı ile teslim edildi. Bilahare K. Sadıkoğlu hisselerin tamamını üzerine alarak gemi üzerinde tek yetkili oldu.
ARMATÖR KAHRAMAN SADIKOĞLU DÖNEMİ
Geminin yeni sahibi denizi bilen, seven ve inandığı konuda da para harcamaktan çekinmeyen bir armatör olan Kahraman Sadıkoğlu’na “Sizin tekneyi onarmanız ne kadar zaman aldı?” diye sorulduğunda: “1989’da aldıktan sonra 2,5 yıl içinde Savarona’yı tamir ettik. 460 işçi, 24 saat gece gündüz çalışarak Savarona’yı suadiye escort bugünkü hale getirdik. Yatın tam saç ağırlığı 2300 ton olup, bunun 1000 tonunun üzerindeki saç kısmını değiştirdik. Bu gemiyi sıfırdan biz yapsaydık işimiz daha kolay olur ve daha ucuza çıkardı. İçindeki bütün talan edilmiş tarihi eşyaları çeşitli ülkelerden topladık.” dedi.
Doğrudur. Eğer Kahraman Bey sahiplenmeseydi, bugün M/Y.Savarona olmayacaktı.
Şimdi dünyanın değişik yerlerinde zengin, ünlü para babalarına kiralanıyor. Bu yazının yazıldığı şu günlerde Cannes Film Festivali için eğlence şehri Cannes Limanı önlerinde demirde; para dökecek, acıbadem escort her türlü çılgınlığı yapacak, şöhretli misafirlerini bekliyor. Unutmayın; “Para veren emir verir!” , “Gemi başka maksatlarla kullanılıyor, üzülüyoruz.” diyenler, “Sizin yapabileceğiniz bir şey yok.”
Dün Kaddafi’nin oğlu Mutassım Kaddafi veya bir başkası, bugün bir diğeri o gemide, “Yüzen Cennet’te” , Atatürk’ün çok sevdiği, “Çocuğum” dediği, 56 gününü geçirdiği yat’ta sefa sürecek… “E be Savarona ne çektin, neler gördün, daha neler göreceksin…!” Çağ böyle, devir böyle! Ben de, biz de üzülüyoruz ama…