HEYBELİ’DE BAHAR VE ADANIN POYRAZI
Babür Hüseyin ÖZBEK
Kolay anlatılan, insanlarda farklı izler bırakan mevsim bahardır, ilkbahardır. Her yıl nisan ve mayıs ayları mimozalarla başlar, onu kirazlar ve erikler çiçek açarak sürdürürler. Bitmez, çünkü sırada şehrin simgesi olan laleler açarak şehrin güzelliğini tabiat eli ile taçlandırır. 16 ve 18’inci yüzyıllar arasında İstanbul bahçelerini iki bine yakın lalenin süslediği söylenir. Ama bugün bu rakamları telaffuz etmek mümkün değildir.
Gül ve lale güzelliğin, samimiyetin, insanlara pozitif bakmanın, sevgi sunmanın canlı sembolleridir. Yahya kemal, “Rintlerin Akşamı” şiirinde bunu bir duygu sağanağı içinde anlatmıştır.
Dolmabahçe, Yıldız Parkı, Bebek’te Mısır Konsolosluğu karşısındaki Hidiva Sarayı, Aşiyan Yolu, Emirgan Korusu…Rumeli Yakası’nda; Anadolu Yakası’nda ise: Kalamış ve Fenerbahçe Parkları, Küçuksu Sevda Tepesi, Çubuklu Hidiv Korusu, Çamlıca…bunlar akla ilk gelen cennetin şehirdeki basamaklarından birkaçıdır. Baharda gemi ile Ahırkapı Feneri – Topkapı Sarayı doğu eteklerini denizden seyrederek başlayan Şile veya Kilyos’a kadar yapılacak deniz gezisinin her fotoğraf karesi, ayrı bir güzellikler tablosudur.
Ancak ismi üzerinde gizli, büyüleyici bir güzellikler yumağı daha vardır ki, bilenleri orada yaşayanları kendine tutsak eder. Bunlar Prens Adaları’dır. 4 büyük, 5 küçük adadan oluşurlar. Eski büyük bir siyasi davanın izlerini taşıyan, şimdilerde turizme açılması için planlamaların yapıldığı söylenen Yassı Ada (Pita – Platy) ve Sivri Ada (Oxia – Oxya) küçük adacıklardan sayılsa da ünleri diğer dört adanın ikisinden daha yaygındır. Büyükada’nın arkasındaki Tavşan Adası (Niandıros) ise küçük bir yumak veya bakış açınıza göre yumruk gibidir.
Kış aylarında lodosla uğuldayan çamlar, akşamları hüzünlü uçup uçmamak, konup konmamakta tereddütlü karga sürüleri, kenar mahalleleri rahatsız eden başı boş köpek bolluğu, nisana doğru yerini tabiatta bir canlılığa bırakır. Akasya ve portakal çiçeklerinin kokusu hissedilmeye başlanır.
Adalarda mevsimin değiştiği bir değil bir çok şeyden; denizden kıyıya vuran dalga seslerinden, hava şartlarından, çamlardan esen rüzgarların yumuşaklığından, hızla açan enva-i çeşit çiçekten, halkının giyim kuşamından baharın göz kırptığını, “geliyorum” dediğini anlarsınız. O güzellikler size kendini hem anlatır, hem sevdirirler.
Adalar İstanbul il sınırları içinde başka bir diyar, başka bir dünya gibidir. Eski yıllarda inziva, tedavi veya sürgün yeri gibi kelimelerle anılan, bugün farklı manaya gelen kelimelerle anlatılırdı. Şimdi bu ölçüler değişti.
Heybeli ve diğer adalarda oturanlar ile yazlıkçılar genelde bir “adalı tipi” oluştururlar. Papaz Okulu, Deniz Lisesi, yazlıkçılar ve eskiden Sanatoryum’a gelenlerin görevleri nedeniyle kalmaları, bir kez yerleşince de, “Ada Hastalığı” veya “Ada Aşkı” oluşur ve artık “Adalı” olurlardı. Şimdi de oluyorlar. Sevda bir kere kanına işledi mi tekrar yaşamak, Heybeli Rıhtımı’nda yaz ayları akşamları tur atmak, Çamlimanı’na doğru faytonla gezintiye çıkmak, Küçük Tur’da, Değirmen Burnu önlerinden Kaşık Adası, Burgaz ve Kınalı Ada’yı setretmek; sonra dönüp Rıhtım Boyunda eski adları ile Neşet’in veya Muhsin’in kahvesinde ada çayı içmek, akşam vapurları ile iskelede İstanbul’dan gelecek aile fertlerini, eşi –dostu, sevgiliyi beklemek… yaz aylarında “Heybeli Tutkunu”nun, “Ada Aşkı”nın birkaç nirengi noktasıdır.
ADA AŞKI SİZE DE BULAŞMALI
Heybeli’nin nisan, mayıs, haziran ve eylül ayları eşi emsali olmayan tabiatın kendisini sergilediği, içinde yaşayanları mest ettiği aylardır. Eski yıllarda insanın çiçek kokusundan başının döndüğü söylenirdi, yaşam köy havasındaymış. Şimdi bitişik düzen evler, bahçeli köşkleri, çayırları, bostanları bitirmiş çoğu yerde ise yok etmeye yönelmiş bile olsa burada bahar Bebek Koyu’ndan, Fenerbahçe Parkı’ndan, Emirgân’dan daha farklı, daha bir başka güzellikler sergiler.
Akdeniz ağacı olan zeytine adanın her yerinde rastlanır, ancak Papaz Mektebi’nin doğu etekleri, Çamlimanı’nın çevresi ve Ambelâ bölgesinde de hayli rastlanır, çevresine güzellik, koku ve çeşni katar.
Ambelâ (Bağlık) olan bölge bugünkü Ada Camii, Sadık Bey Plajı, gene Orhan Bey Sokağı alt ucunda ki Ben Yazgor Yahudi Sinagogu’nun Papaz Mektebi’ne bakan yamaçlarına kadar uzanan, bağlık bahçelik bir yer olup artık eskisi gibi, ne eğlenme mekânları barındırıyor, ne bağ ve ne de bahçeler var.
Dört ada içinde çamları en çok ve en güzel ada Heybeliada’dır. Şemsiye çamı ve fıstık çamı da olmasına rağmen bu adanın güzelliğine güzellik katan yaz – kış yeşil, ancak baharda bu yeşilliği daha da güçlendiren kızılçam (pinus brutia) türü hâkimdir. Ta Bizans’tan beri bu toprakları süslediği hem yazılır, hem söylenir.
Bazı eski ada resimlerinde Papaz Dağı’nın (Ruhban Okulu’nun) doğu etekleri ile Değirmen Tepesi (Hüseyin Rahmi’nin müze evinin bulunduğu) Adanın en yüksek yerinin eteklerinin bir dönem kısmen çıplak olduğu görülüyor. Maki toplulukları arasında birkaç küme çam ağacı varmış. Bugün adada çamların en sık olduğu yer; Sanatoryum ve Terki Dünya çevresidir.
İnsanın gönlünden neler geçiyor! Benim de, “Keşke yeterli param olsa da adada – bir oda bir salon halk diliyle: ‘nohut oda, bakla sofa’ bir ev sahibi olabilsem “ dediğim anlarda olmuştur. Biliyorum kış ayları boş, hele yazlıkçılar gitti mi sessiz bir köy olur sanki. Nisanda baharın göz kırpması, mayıs haziranda ömür uzatan günlerin başlaması, okulların kapanıp yazlıkçıların gelmesi, ne müthiş bir şey.
Heybeli’nin havası Dünya’nın en önemli sanatoryum kenti Davos’la karşılaştırıldığında tabiat olarak başa baş verilere sahip olduğu, hatta çok ülkede de eşi benzerinin olmadığı söylenir. “Bizans döneminden beri ciğerleri zayıf insanların tedavi, dinlenme ve istirahat yeridir.” Diyor bazı kaynaklar.
Heybeli Sanatoryumu Ağustos 1924’te, Dr. Tevfik İsmail Gökçe tarafından Çamlimanı’nın doğu sırtlarında tepe üstüne çamlar arasına “verem illeti” ni tedavi için yapılmıştı. Kış aylarında Heybeli de sıcaklık genellikle İstanbul ortalamasından 3 derece daha fazladır. Gene bir yıl içinde sıcaklık farkı ortalamaları: İstanbul da 13,6, sanatoryum kenti Davos ta 12,7 ve Heybeli de 15,4 derecedir. Bunun yanında nisan – mayıs – haziranda Heybeli de baharın gelişi yaşama yaşam katan, günlerin başlangıcıdır. Hissetmeniz için orada yaşamanız, orayı sevmeniz, “Ada Aşkı”nın size de bulaşması lazım.
ŞAFAK’TAN, AYE YORGİ’DEN DİL BURNU’NA BAKIŞ
Heybeli aşığı, “Yaşamında ilklerimi hep adada yaşadım” diyen işletme fakültesi mezunu yazar dostum Mehmet Sayın, “Her Bahriyeli de biraz adalılık, her adalıda biraz Bahriyelilik vardır.” diyor. O çok canlı kaleme aldığı, “Heybeli notları ve Düşünceleri.” adlı 65 sayfalık uzun anılarında.
Rüzgârla aranız nasıl? Hint Okyanusu’nda Muson Rüzgârları veya Büyük Okyanus’ta sancak veya iskele baş omuzluktan günlerce vuran yaşamı zehir eden, denizden bıktıran rüzgârlar değil bunlar. Alt tarafı yarım saat-45 dakika katlanacağız, Heybeli-Burgaz ve Kınalı’dan sonraki kısa bir hat, Kadıköy veya Eminönü.
Bilmeyen, yaşamayan dayanamaz. Kış aylarında lodos ve bazen de sisin birkaç gün İstanbul’la adaların bağını kopardığı olur. İnsanlar böyle şeye alışık olmadıkları için onlara dünyanın sonu gibi gelir.
Yaz mevsimi dışında adada, ada sahilinde bir günde birkaç mevsim aynı anda yaşayabilirsiniz. Ama gene de Mayıs-Ekim arasında öğleden sonraları çıkan poyraz sadece Heybeli rıhtımında dolaşan, akşam sefası yapanları değil, adanın her yerinde kendini gösterir. Zaten bazı yazlıkçıların burada bulunma sebebi baharı erken karşılayıp, yazı bi hakkın yaşama, sağlık bulma, ömrünü uzatma tedbirleri olmaktadır.
Benim yaşadığım yıllarda, 1960-68 arası adalardaki nüfus durumu şöyleydi; yazlıkçılar geldikten sonra, yaz ayları boyunca Büyükada’da Yahudi-Rum; Heybeliada’da Rum; Burgazada’da Rum-Ermeni; Kınalı Ermeni ekalliyet ağırlıklıydı. Refah düzeyi yüksek İstanbul’un krem krema tabakasının yaşayıp ömür sürdüğü, bir İstanbul banliyösüydü. Şimdiki nüfus hareketlerindeki durumu bilmiyorum.
Heybeli’yi Heybeli yapan mekânlardan biri de gezinti, dinlenme ve piyasa yapıp biraz da genç ve güzellerin kendini gösterdiği rıhtım boyudur. Ne güzel bir iskelesi vardır! Şimdi kuzeye balıkçı barınağına doğru biri büyük-uzun, “İDO-Heybeliada Terminali” diğerleri küçük Mavi Marmara ve Prens Tur 2006 Kartal İskeleleri ilave edilmiş. Rıhtımın önü kesilmiş, güzelliği kaybolmuş. Tabi ve sade olan şeylere ya anti-patimiz var, ya da bilmiyor anlamıyoruz. Bari yöneticileri, adayı seven, eğer varsa danışmanları, bilgilendirip yönlendirebilseler. Balıkçı barınağı karşılarında tarihi, eski Karamanyan Oteli’nin kalıntı binasını solda bırakıp Ayyıldız caddesinden yukarı yürürken Panoroma Oteli ve çevresi gözünüze batıyor. Uzun zamandır çöplük, hurda yığınları, salaş malzemelerle dolu. Burası adanın en güzel yerlerinden biridir, daha ne kadar böyle kalacak? İlgililer ne düşünüyorlar acaba?
Bahar Heybeli’ye (Halki) gelirken, kuzeyinde dik yamaçların, 600 m kuzeyindeki Burgaz’a, 900 metre güneyindeki Büyükada Dil Burnu’na da uğruyor mu bilmiyorum. Ancak Sanatoryum’la Deniz Lisesi arasındaki eski adı Yesari Asım Arsoy Sokak, yeni adı Çam Limanı Yolu’nun denize bakan Şafak Tesisleri ve Aya Yorgi Manastırı’nın güneye bakan sırtları, karşı sahildeki elle tutulacak hissi veren çamlarının sıklığı, burna doğru seyrekleşerek denize dalan Büyükada-Dil Burnu sadece baharda değil her dem güzel. “Ada Aşkı”nı, adada baharı, yaz aylarının poyrazını seviyor ve böyle izah ediyorum.