Güneye “Bozkurtça” Hitap!
Şükrü Alnıaçık
Kimse savaştan, Suriye’den Esat’tan filan çekindiğimizi zannetmesin. Bir Türk savaşta sadece kendi ordusunun emrinde olur ve sadece ayyıldızlı bayrak için savaşır. Ancak AKP’nin PKK karşısındaki “analar ağlamasın” siyasetiyle taban tabana zıt bir Suriye politikası izlemesi karşısında bu bütünlüğün bozulması ihtimali ne yazık ki mevcuttur.
Bazı hassas konuları kurcalamak pahasına bu vahim tabloyu kamuoyuna anlatmak zorundayız. Zaten AKP’nin olaylara ağlamaklı duygusal yaklaşımı ile açtığı mezhepçi cephe sayesinde cin şiseden çıkmıştır ve artık mızrak çuvala sığmamaktadır.
Suriye konusunda “mezhebe göre” siyasi tavır alan bazı ulusalcılar gibi Esad’ın bütün eylemlerini hoş görecek değiliz. Bir ülkenin muhalefeti, komşu bir devleti, kendi hükümetinden daha yakın görüyorsa orada milli birlik ve beraberlik çoktan bitmiş demektir. MHP’nin böyle bir tuzağa düşmemek yönünde ilmi birikimi ve maziden gelen derin hassasiyetleri vardır. Ancak CHP ve özellikle de İP, Şam’ı kendilerine Ankara’dan daha yakın görmeye başlayarak iç bütünlüğü sarsacak bir ideolojik söylem içine girmişlerdir.
Bu yönelişte soğuk savaş döneminden kalma cephe yakınlıklarıyla birlikte mezhep tabanına verilmek istenen siyasi mesajlar da etkili olmaktadır. Bu tablonun yegane tesellisi Türk Milliyetçilerinin, Siyasal Laikliği de kuşanarak güçlenmekte oluşudur.
AKP -Cemaat liberalizmi ile CHP-İP Ulusalcılığı arasındaki çekişmenin Suriye’deki gibi kanlı bir mezhep savaşına dönüşmesinin önündeki en büyük engel, her iki tarafı da bileklerinden tutarak merkeze çeken MHP Milliyetçiliğidir.
Bu çekimin ilk etkileri, Reyhanlı’da MHP heyetinin temasları esnasında görülmüştür. Laik Milliyetçi siyasetin etkileri sandıkta da hissedilmeye devam edecektir. Türkiye-İran, Sünni-Şii ilişkileri, 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasından bu yana ilk kez bu kadar gerilmektedir. Milliyetçi hareket, bu konuda da ülkenin çimentosu olduğunu göstermiştir. Bu duruşunu açıkça tasvir ederek sürdürmelidir.
Ülkücülüğün bir soğuk savaş dönemi ideolojisi olduğunu ve misyonunu tamamladığını ileri sürerek Ocak’tan firar etmiş olanlar, şu anda gündemin bütün aktörlerinin “soğuk savaş” döneminden kalma ademler olduğunu gördükçe tahminimce dillerini, dudaklarını ısırıyorlardır. İşte Abdullah Öcalan, işte Mihraç Ural, işte Suriye ve müttefiki Rusya, işte ABD ve stratejik ortağı Türk hükümeti, işte İran ve İslam devriminin Akdeniz ayağı Hizbullah… İşte Filistin ve Hamas…
Basirete bakın ki “Allahsız bir devrimci” 35 sene önce neredeyse orada dimdik yerinde, Esad’ın yanıbaşında duruyor. Buna karşılık dün İran’a aşık olup Humeyni posterleriyle yürüyüş yapan “Müslümanlar” bugün İran’ın karşısında ABD ile birlikte İsrail’in operasyonlarına çanak tutuyorlar. Ortadoğu’yu birlikte tanzim ediyorlar. Ateizm mi, Laiklik mi yoksa Siyasal İslam’mı… Şimdi hangisi Allah’ın “El Basir” esamına daha uzaktır?
Erdoğan’ın şu sıralardaki en büyük sıkıntısı, Milliyetçiliği ayaklarının altına almış ve Laik siyaset trenini kaçırmış olmasıdır. Eğer Erdoğan, milli ve laik bir siyaset izlemede inandırıcı olabilseydi, hem Suriye üzerinde çalışırken kendisini, ülkesindeki Alevileri yaralamaktan koruyacak bir adalet şemsiyesi açabilirdi. Hem de İsrail ve ABD’nin samimi desteğini alarak batı dünyasının desteğini sürekli arkasında tutabilirdi. Oysa AKP’nin Türkiye’yi 11 yılda getirdiği adres, AB yerine Kenya ve Pakistan olmuştur.
Bilindiği gibi Taliban ve El Kaide hareketi ABD’nin tarafından Afganistan’ı diğer mücahit gruplardan temizlemesi için Pakistan istihbaratına kurdurulmuştu. Kenya ise CIA’nın Afrika’daki üssü konumundadır. ABD, 2001’den itibaren AKP’yi BOP’a tertipleyerek, nihayet bugün bir “El-Kaide ikmal ve bakım merkezi” görevi vermiştir.
AKP Türkiyesinin bu aciz durumu bir tür “Kenyalılaşma,” Türkiye’nin “Pakistanlaştırılması“dır.
Bu değişim, Türkleri Turani atalarından koparmak, onları kültürel açıdan atsız bırakmak olduğu gibi, aynı zamanda Türkiye’yi Atatürk’süz, Kurtuluş Savaşsız, mefahirsiz, Türksüz ve onursuz kılmaktır.
Biz de ilkokulda Amerikan malı “süt tozu” yerine, yerli “püskevite” meraklı olduğumuzdan mıdır nedir, Fransızcamız zayıf ama çok şükür adam gibi, kendi dilimizle, “Bozkurt Lisanıyla” konuşuyoruz! Laikliğin niteliğini, Halkçılığın gereklerini, Milliyetçiliğin saha tecrübelerini, Cumhuriyetçiliğin değerlerini ve İnkılapçılığın vecibelerini, yaşanan bu acil durum karşısında bir kez daha gözden geçiriyoruz. Fransız arsızlığı karşısında, Nusayrileri “Hitit Türkü” ilan eden Atatürk’ü bir 19 Mayıs’ta daha saygıyla yâd ediyoruz.
Ve diyoruz ki: “Kaygılanmayın memleketimin güzel insanları, yanınızdayız… Bu bayrağa ve temsil ettiği değerlere saygı ortak paydasında bütün Türk vatandaşlarını sevmek, Ülkücü hareketin namus borcudur. Her türlü sınır tecavüzü , etnik ve mezhepsel taciz karşısında, sadece sınırlarımız değil, mezhebi ve anadili ne olursa olsun, bütün vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği, Türk Milliyetçilerinin teminatı altındadır.”
Kaygılı güney illerimizin huzuru kaçırılmış insanlarına, Türklüğün “Bozkurtça” hitabı budur.