DÜNYA BİR İNKILAP BEKLİYOR
-1-
MUHAMMED BÜYÜKKÖROĞLU
Dünya bir inkılap bekliyor. İki asırdır üzerimizde esen garabet rüzgarlarını dağıtacak ardından hasretinden kuruduğumuz yağmurlara kavuşturacak bir inkılap. İçerisinde sürüklendiğimiz buhranın prangalarını kırıp esaretten hürriyete kavuşturacak hakiki bir inkılap. Bekliyoruz. Bir çift yaşlı gözün beklediği gibi; hasretle, özlemle bekliyoruz. Bu inkılabı gerçekleştirecek olan kadronun yollarını gözlemekteyiz çok zamandır. Sırtı mühürlü bir doğuş bekleyen rahip Bahira gibi. ‘Ümitvar olunuz’ diyor ya hani çok şükür ümit varız hiç olmadığı kadar, gözlerimiz görmese bile kokusunu duyuyoruz uzaklardan gelen neslin. Vakar adımlarla geliyorlar. Ak ak toynakların yere vuruşunu, gündüzden geceye, şavktan karanlığa, dokuz tuğlu mızraklarıyla gelmekteler. Gelecekler ve sabaha kavuşacağız bu karanlık geceden. Saatler aylara, aylar yıllara vurdu. Bekledik tan ağarır, gün doğar diye fakat; doğmadı bir türlü şafak, gitgide de karardı ufuklar. Ashab-ı Kehf de olamadık ki yarınlara uyanabilelim. Bir garip nesiliz biz, ikindi vakti açmışız gözlerimizi. Ama yılgınlık yok. Korkaklık yok. Döneklik yok. Hakikat ışığı parıldıyor işte bak. Bugün zayıf olsa da nurlu sancak yükseliyor bir yetim neslin elinde…
Dünya bir inkılap bekliyor. Asya’nın durumunu ele alırsak, Çin inanç adına ne varsa atarak mutlu olabileceğini düşünmüş bu amaç doğrultusunda başta Komünist yönetimin hizmeti sayesinde itikatsızlaşmıştır. İnsan düşünmesine fırsat verilmeyen, sabah akşam devlete çalışan bir makine olmuştur. Dünyanın bu altıda biri büyük çarkın dişlilerinden biridir. Hint’e bakacak olursak o da din kisvesi altında Nirvanaya kavuşarak huzura ereceğini yani yokluğun içerisinde hiç olmak gibi anlamsız karanlık yolun ayyaş yolcusudur. Totemlerin esiri olmuş, yerinden kıpırdamaya aciz hale gelmiştir. Protoplazmasına kadar varan batılın dölleşmesine meskenet olmaktan kurtulamamışlardır.
Avrupa’ya bakacak olursak teknik bakımdan çok ilerlemesine hakeza inanç ve maneviyat bakımından ise o kadar acizleşmiştir. Hristiyanlığı, Doğusu komünizme batısı kapitalizme yoğurmuş ve zaten sakat olan Hristiyanlığı gönüllerden söküp, kilise duvarlarında çarmıha germiştir. İçerisinde yüz yıllarca bir iç bunalım yaşamış tam patlayacakken Protestanlığı meydana getirerek batının İslamlaşmasını son anda önlemiştir. Şuan Avrupa tek bir millet olmuştur. Bu Avrupa milleti, teknik ilerlemeyi amentü ettiği günden beri mukaddes adına neyi varsa eski bohçalar gibi ateşe vermiştir. Lakin yok sayarken de diğer medeniyetlerin mukaddeslerine de düşman olmaktan kaçınmamışlardır.
Avrupa, dini çoğu zamanda ezdiği insanların bir karşı refleks oluşturmasından çekindiği için, uysallaştırıcı olarak kullanmıştır. Afrika’ya, Amerika’ya keşifleri sırasında papaz, rahip götürmesinde başka bir sebep aranmamalıdır. Kenya Cumhurbaşkanı Jomo Kenyatta “Beyaz adam geldiğinde bizim topraklarımız, onların ise İncil’i vardı. Bize gözlerimizi kapayıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların ellerinde topraklarımız vardı.” Demiştir.
Afrika’nın durumuna değinmek gerekirse, bilinen tarihinde hiç medeniyet inşa edememiş olan siyah insan iki buçuk asırdır ise köle durumundadır. Kara kıtanın mağdur çocukları, beyaz insandan daima eziyet görmüştür. Beyaz insan önce kendi dinini (Hristyanlık) zorla kabul ettirmiş, ondan sonra onu ve topraklarını istediği gibi kullanmıştır. Bu hadiseler Afrika üzerinde Avrupa’ya karşı zaman zaman gizli zaman zamansa açık düşmanlık şekillendirmiş, affedilmez bir kin doğurmuştur. Son zamanlarda açıkça görülür ki bu kavruk insan İslamiyet’e oluk oluk koşmakta, yeni bir doğuş sancıları çekmektedir.
Gelelim İslam Dünyasının durumuna. 16.yüzyıldan itibaren yavaş yavaş farklı devlet teşekküllerini kaybetmiş olan İslam alemi, 20. Yüzyılın başına kadar medeniyetler mücadelesinde tek başına da kalmış olsa Osmanlı Devleti sayesinde en önde olmuştur. 17. Yüzyılda başlayan, fakat bünyenin sağlam olduğu için ancak bir asır sonra farkına varılabilen çürüme hareketleri önlenilememiş, gitgide büyüyerek bir kanser gibi tüm bünyeyi sarmıştır. Osmanlı’nın yıkılmasıyla sahipsiz kalan İslam Dünyasının yaşadığı bunalım kat be kat artmıştır. Önce Batılının esaretinde kalmış, şükür ki batılının ikinci dünya savaşıyla birbirine düşmesinin fırsatından yararlanıp esaretten kurtulmuştur.
İki asırdır bir dehlizin içerisinden kaybolmuş gibiyiz. Hafakanlar basıyor ruhumuzu. Boğulma tehdidi altındayız bu dehlizde. Denize düşenin yılana sarılacağı söylenir, bizde tam iki asırdır farklı farklı yılanlara sarıldık hep. Hangisinin boynundan tuttuysak hep dönerek ısırdı bizi. Musibetlerden ders almayı da unutan bizler hiç uslanmadan yaramaz çocuk misali hep bir başka yılana sarıldık kurtarıcı bilerek. Boynumuz ısırıklarla mühürlendi.
Bir bahar bekliyoruz, Diriliş Baharı. Gerçek bir inkılap. Mahzenlerde unuttuğumuz değerlerin kirini, pasını silerek olması gerektiği yere koymak istiyoruz. Bu inkılap yıllardır gördüğümüz sahte inkılaplara, devrimlere hiç benzemiyor. Kendine has, başka bir değişle nevi şahsına münhasır bir hareket bu. Daha öncekiler ‘beklenenin’ alametleridir ancak. Bir nesil geliyor öteler ötesinden, şah damardan daha yakın “kün fe ye kün” işaretini almış.
Her neslin bir mimarı vardır. Peki bu neslin mimarı kim? Bu nesil bir kılavuzun getirdiği seyyahlar hiç değil. Yayı gözle görülemeyen bir manevi gerilimle gerilmiş ve hedefe atılmış bir ok misali direk olarak Hakikatin nur havuzundan geliyor. Bu atılım nesli, bu ümit muştusu, kavak misali her subaşında yeşeren, kesimlik bir ağaç değil. Ardıç misali oluşması için meşakkatin son basamağından gelen, her ayağın çiğneyemeyeceği engin kayalıklarda yeşeren ümit ağacıdır. Kuşkusuz bu ardıçtan yapılacaktır ihanetin bağrına saplanan oklar. Bu gelen nesil ölüm nesli, öldürücü nesil değil, bilakis diriltici, yaşatıcı bir nesildir. İsa Peygamber gibi ölenleri dirilten, ölmüş ruhları yeşerten. Beklenenin yapacağı inkılap; simsiyah gecenin üzerine şavkı, gündüzü çekmek gibi olacaktır. Bu bir doğumdur. Dirilişin doğumu. Hiçbir doğum sancısız olamaz. Bu sebeple medeniyetimizin yeniden doğuşu da sancılı olacaktır. Alın teriyle olacaktır, belki kan da akacaktır birkaç damla. Ancak akan tüm terler, kanlar helal olsun bu doğuma. Şüphesiz bu cereyan gerçekleştiğinde yıkılacaktır bütün Kisra’ların sarayları, sönecektir devrin Mecusilerinin sönmez denen ateşleri. Yerin dibine geçecektir devrin Karunları ve sınırsız imkanları. İmanın imkanı boğazlayışını izleyecektir alem.
Ayak seslerini duyar gibiyim beklenen inkılabın. Kokusunu duyuyorum uzaklardan bu gelen neslin, Yusuf peygamberin kanlı gömleğini elinden bırakmayıp, ötelerden kokusunu duyan Yakupçasına. Bende görebilecek miyim diyorum kendi kendime beklediğim Yusuf’umu ? Cevap veremiyor, ne aklım, ne de kalbim. Varaka’nın, Hz. Hatice’ye söylediklerini mırıldanıyorum istemsizce…