Allah’ın Bildiği!..
Türk Kavramının Zaman-Mekan Eksenindeki Konumu
Şükrü Alnıaçık
Başbakanın “Her türlü Milliyetçiliği ayaklar altına aldık” sözü, yandaş internet sitelerinde bulunamıyor. Haberin bağlantısı var, arama motorlarından giriliyor; ancak metin sansürlenmiş, okunamıyor. Anlaşılan o ki; kendi camiası da yapılan işin, kırılan potun kaybedilen oyların farkında…
Son anketlerde AKP’nin % 40’ın altında, MHP % 20’nin üstünde olduğu görülüyor. Başbakanın son konuşmasındaki “sıradışı milletiz“ifadesinin sebepleri de yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türk kavramı” ile ilgili yoğun bir kafa karışıklığı içinde olduğundan eminim.
Bu karmaşanın birinci nedeni aydınlarımızın Tanzimat’tan beri aşağılık kompleksiyle yetişmiş ve bilahare ajan okullarıyla devşirilmiş olmalarıdır. Ümmetçiler bu konuda dogmatik, modernistler ise tembeldir. Kendileri Türklük’ten rahatsız olan kompleksli insanların Türklükle ilgili bir irfanın merkezi olması, etrafını aydınlatması nasıl mümkün olabilir?
Bir kelime, zaman içinde birden çok kavramı karşılar hale gelebilir. Türk kelimesi de yaşanan tarihle birlikte evrilmiş, anlambilimsel yönden renklilik kazanmıştır. Biz bu evrilmenin gündemle ilgili olan traflarını biraz da çarpıcı örneklerle milletimizin nazar-ı dikkatine sunmakta kararlıyız. Kimse bunu Milliyetçilerin yeni bir “Kart kurt oyunu” veya ansiklopedik bir tasnif olarak görmemeli. Daha fazla geç kalmadan radikal bir hamle yaparak “Türk kavramının tarihteki evrimini” masaya yatırmamız gerekiyor. Bu bir taviz değil, “tashih“tir.
1- Divan-ı Lugat’it-Türk’teki Türk:
Nerede yaşarlarsa yaşasınlar ana dili Türkçe olan insanları ifade eder. Burada “Türk” kelimesi, siyasi bir yapıya aidiyeti değil, “ortak bir kültürü” ifade etmektedir.
2- Papa’ya İsyan Kolyesindeki Türk:
13. Yüzyıldan itibaren Selçuklu “Anadolusu“na “Türkiye” denildiği için bu coğrafyadan batıya doğru yayılan “Müslümanlara” Avrupalılar, anadili Boşnakça da olsa “Türk” demişlerdir. Öyle ki Hollanda milliyetçileri, 17. Yüzyıl başlarında üzerinde bir hilal bulunan ve “Papa taraftarı olmaktansa Türk olmak…” yazan kolyeler yaptırmışlardır. Bu Türk, işte o kolyedeki “Türk”tür. Avrupa’da “Müslüman olma“yı ifade etmektedir.
3- Misak-ı Milli Belgesindeki Türk:
Bu durumda Türk, kavramı, bir anlam genişlemesine uğrayarak Batıya açılan Müslümanların devleti olan Osmanlı Devletini kuran (Türkmen), tabi olan (Kürt) veya sığınan, (Çerkez) Müslüman nüfusu ifade eder oldu. “Türk,” kelimesi, artık siyasi aidiyet ifade etmeye başladığı için de Misak-ı Milli’yi hazırlayanlar bu durumu dikkate aldılar. İmparatorluktan ulusal devlete geçilirken yeni devletin ulusal vatandaş kimliğini “Mondros ateşkes hattındaki Osmanlı bakiyesi Müslüman nüfus = Türk” omurgası üzerine kurdular. Bu yeni ve açık bir tanımdı, Kürtler, Musul dahil bu tanımın içindeydi. Bu kitleye verilebilecek başka bir isim de yoktu. Bu tanım aynı zamanda Lozan Antlaşmasındaki Türklük tanımıdır. Türk böylece “Türkiyeli Müslüman” anlamı kazanmıştır. Bir Kürt eğer, Türkiyeli ve Müslüman’sa Türk’tür. Marksist, kırsal proletarya hareketinin Kürt Milliyetçiliğine zemin oluşturmasının sebebi, içindeki “dindışılık“tır.
4- Anayasa’daki Türk:
Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” Tanımı, yukarıdaki gelişmenin devamıdır. Çünkü sonuç belli olmadıkça Papa Eftim cemaati hariç gayrimüslimler, “TC’nin kuruluşu” çalışmalarına bigane kalmışlardı. Papa Eftim bir istisna idi. Bu nedenle Atatürk, Enver paşanın başlattığı, demografik sadeleşme yani “uluslaşma” sürecini, Türkçe konuşuyor olsalar bile Rumları, Yunanistan’a göndererek tamamlamış oldu.
Böylece ırktan çok uzak, kültürde bile foklorik farklılıklar gösteren “irade beyanına dayalı” fiili bir üst kimlik ortaya çıktı. Türk artık, “vatanın kurtuluşuna ve Cumhuriyetin kuruluşuna taraftar olan Müslüman Anadolu ve Rumeli insanı” demekti. Bunun ırkla, ırkçılıkla hiç bir alakası yoktu ve bu Türklüğün bin yıllık bir ortak geçmişi vardı. Bu Türk, 1924’ten bu yana bütün Cumhuriyet Anayasalarına yazılan Türk’tür. Kürt Cumhurbaşkanlarının, Gürcü Başbakanların, Çerkez istihbaratçıların mevcudiyeti, bu tanıma dayanmaktadır. Ermenilerden veya Rumlardan, geç de olsa Müslüman çoğunluktaki gibi bir irade beyanı vuku bulması halinde -MHP üyesi Dabbağyan gibi- onların da “Türk” kimliği kazanması mümkündür.
5- Allah’ın Bildiği Türk:
Türk yerine “Türkiyeli” diyelim de kurtulalım diyenlerin atladığı bir nokta vardır. Anayasadaki Türk, “Cumhuriyeti kuran Türkiye halkı” olduğuna göre “Türk” zaten fiilen “Türkiyeli” demektir. Ancak Türklüğün tek vasfı bu değildir. Aşağıdaki vasıfları taşımayan bir “Türkiyeli“nin ruhunu hangi siyasi güce kiralayacağı ve kime hizmet edeceği sadece li- lı takısıyla idrak edilemez. Ana dili ne olursa olsun aşağıdaki vasıfları taşıyan Türkiyeli erkeklere ve kadınlara, ilim nokta-i nazarından “Türk” denir. Onların çocukları da Türk çocuklarıdır.
a)-Son bin yılın ortak tarihine mensup ve saygılı olmak,
b)- Nüfus kağıdı itibariyle dindaş olmak,
c)- Türkiye Cumhuriyetinin kurucu unsuru ve çoğunluğu olmak,
d)-Bu devlete sadakatte kesin irade sahibi olmak.,
e)- Bunların tabii bir sonucu olarak Mehmetçik olmak ve O’na kurşun sıkmamak..
İşte bunlar, bu coğrafyada Türk olmanın ortak vasıflarıdır.
Bu da ilmin tarif ettiği, Allah’ın bildiği Türk’tür. Şimdi kim, neyi, ne için değiştirecektir?
Allah’ın bildiğini kuldan saklayamaz; Apo’yu tanrılaştıranlara uyarsanız bu işin içinden çıkamazsınız!..