“Peygamberin Övdüğü” Türkler…
Şükrü Alnıaçık
Türk Milletini tanımayanlara onu tanıtmak, geçmişimize ve geleceğimize olan borcumuzdur. “Milliyetçiliği ayaklar altına alarak” Anadolu’nun fedakâr evlatlarına kendi vatanını, bayrağını, milli tarihini, milli sanayiini, milli savunmasını, hatta milli takımını bile sevmeyi çok gören Başbakanın, etnik azgınlıklar karşısında sergilediği müşfik tavır, hiç de hayra alamet görünmüyor.
Daha yüz yıl önce 1915-1918 yılları arasında güneyde yaşananlar, genel olarak vahşi ve asabi bir ihanetin hüzün veren öyküsüdür. Bu öykünün Anadolu’ya ricat eden kahramanları yani 1919’da milli bir Türk devleti için padişaha isyan bayrağı açan genç subayların çoğu, Milliyetçilik stajını, Arap çöllerinin kan ve ihanete bulanmış kumlarında tamamlamışlardır. Harem-i Şerif’teki kutsal emanetleri müstevlilere teslim etmemek için çekirge unundan yapılmış ekmek yiyerek aylarca direnen bir Milleti, bu kadar örselemeye kimsenin hakkı yoktur.
Anadolu’nun yiğit evlatları, çene kemikleri kuruyup dökülmek ve gözleri kör olmak pahasına Irak’ta Kuttül Amare’yi, Sina’da Akabe körfezini, Filistin’de Kudüs-ü Şerif’i, nihayet Mekke ve Medine’yi İngilizlere karşı savunurken bazı isyancı Arapların kahreden hücumlarına maruz kalarak binlerce şehit vermiş ve bitkin bir vaziyette vatan topraklarına çekilmişlerdi.
Eski dünyanın en disiplinli milleti olan Türkler, törenin katı kurallarıyla girdikleri askeri disiplinin içinde İslamiyet’i tercih ettiklerinde bu yeni ve ruhları yücelten inanca karşı büyük bir saygı beslediler. İlk Türk-İslam devletleri, geleneksel kutsal savaşı, İslam’la bütünleştirerek Türkleri cihatla bütünleşmiş bir toplum haline getirdiler. İslam’ı Avasım’da, sınır güvenliği Türkler tarafından sağlanan bir rahatlık içinde rahat yaşayan Araplara oranla Türkler; sürekli Darü’l-harple temas, yani gaza ve cihad halinde oldular. Öyle ki, Abbasi Halifesi Mutasım, Bağdat yakınlarındaki Samarra şehrini Türkler, Araplarla karışıp dejenere olmasın diye, özel olarak Türkler için yaptırdı.
Bu “ölümüne Müslümanlık,” Türkleri, uğrunda savaşılan Kur’an’ın diline karşı ezik, İslam Peygamberinin milletine karşı saygılı kıldı. Bu saygı, eşsiz bir diğergamlıkla başka bir millete “kavm-i necip” unvanını verme seviyesinde yaygınlık kazandı. Yani Arapları üstün gördük fakat, kendi soyumuza, bizzat yönetenlerin diliyle “kavmiyetçilik olur” endişesiyle güzel sıfatları çok görecek kadar nankör davrandık.
Biz, kendi medresemizde kutsadığımız ve takviye ettiğimiz Arapça karşısında hep ezik, kendi muhayyilemizde büyüttüğümüz Araplar karşısında hep “mevali” kaldık. Bizim gaziler üreten, şehitler yetiştiren kırk makamlı selâtin camilerinin yüreği yanık müezzinleri saba makamında inlerken “Arap ağzı“yla okunmuş her türlü ezan kutsandı. Öyle ki biz, Kâbe’den gelen Çin malı ucuz boncuklara bile kutsiyet atfeder hale geldik.
Araplara düşman değiliz. Tabii ki onların tek tip, topluca Türk düşmanı olmadığının farkındayız. Geçmişte ümmetçilikle bile çelişen bir fedakârlıkla üzerine titrediğimiz Araplardan bugün de nefret etmiyoruz. Teşkilat-ı Mahsusacı Sünusileri, esir düşmüş Mehmetçiklere tütün ulaştırmaya çalışan Basralı kadınları, Kuva’y-ı Milliye’ye katılan Uceym Sadun Paşa’yı, başta Arvasiler olmak üzere Arap kökenli Türk kardeşlerimizi daima başımızın üzerinde tuttuk. Türk’e saygısızlık ve hainlik etmeyen hiç bir etnik grupla da bir meselemiz olmadı. Ancak çanakta fasulye çillendirir gibi hükümet eliyle “yeni kavm-i necipler” yaratılmasına da seyirci kalamayız.
Kürt asıllı Said-i Nursi’nin yüz yılda bir gelen, “kutup” olduğu inancı Nur talebelerinde bir Kürt hayranlığını derinden derine kaşımaktadır. Ayrıca batıdaki risale okuyucularında da Kürtlere karşı yeni bir “Kavm-i Necip algısı” ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte “Yecüc-Mecüc“ün Asya’dan çıkacağına inanılması, “acaba Türkler bunlar mı?” şüphesiyle birlikte bu Kürtçü kaçamağa meşruiyet kazandırmaktadır.
Siyasal İslamcıların önceden beri Türkî ve insanı değerler yerine Arabi, Farsi ve Kürdî değerlere olan düşkünlüğü gözden kaçmıyor. Başbakanın bölgeye seslenirken iftihar ettiği “evlenme meselesi” de bu realiteye uyuyor. Memleketin 1000 genç kızından 995’ini şu tarafa bırakıp, “binde beş“lik Sünni Arap nüfus içinden eş seçmek, bu açıdan bakınca mantıklı görünüyor.
Hükümetin Kürt açılımı ve ardından gelen “teröristlerle müzakere” sürecinin derinliklerinde barış ve demokrasi arayışından çok işte bu özünden kaçış ve “kavm-i necip algısı” yatıyor. Bu kavimsiz ve mukavemetsiz kadro, eli kanlı bebek katilleriyle birlikte Muaviye’den, Yezid’den izler taşıyan bu “şıhlar diyarı“na hukuksal bir ayrıcalık tanıyor. Bize göre Başbakanın hem Suriye aşkı, hem de İmralı süreci, AKP kadrolarının şuuraltındaki bu çarpık “kavm-i necip” algısından besleniyor.
Bu düşüncede olanlara peşinen söyleyelim, “Kavm-i necip“i ve “Yecüc Mecüc“ün kim olduğunu ancak Allah bilir; ancak bana sorarsanız biz değiliz! Kuran’da Yecüc-Mecüc’ün “İslam’ın 1000 yıl sancaktarlığını yaptığı ve halen de umut kaynağı olduğu” yazmıyor.
Hala bilmeyenler için söyleyelim biz körü körüne milliyetçi de değiliz. Milletimizle gurur duymamız için sadece “Mehmetlerden” başlayarak sayabileceğimiz milyonlarca neden var!.. En başta biz, eşsiz manevi disiplinimizle İslam’ın kılıcı ve kalkanı olup; Çin’den Hint’ten ta Viyana’ya kadar zulmün surlarını paramparça eden neferleriz. Başbakanın zorlama hadislerle temize çıkarmaya çalıştığı “İmralı necaseti“ni tabii ki üzerimize bulaştırmayız.
Biz Resul-ü Ekrem’in hadisle övdüğü ve “tebrik ettiği” Türkleriz… Bunun için milyonlarca Türk anası, milyonlarca evladını şehit verdi. Ölürüz ama bu şefaatten vazgeçmeyiz.
***
(*) “İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askerleri ne mübarek askerlerdir.”
Eğer Başbakanın meşrebine uymayan bu hadise ve aşağıdaki sahih kaynaklara itirazı varsa Fatih Camiinin duvarındaki o levhayı derhal kaldırmalıdır.Kaynaklar: 1- Ahmet bin Hanbel’in “Müsned“i, 2- Buhari “Et-Tarihu’l-Kebir ve’t-Tarihu’l-Sağir,” 3- İbni Ebi Hayseme “Kitabu’t-Tarih,” 4- Bezzar’ın “Müsned“i, 5- Tabarani “El-Mu’cemu’l-Kebir,” 6- İbni Kayyım “Mu’cemü’s-Sahabe,” 7- Hâkim en-Nişaburi “Müstedrek,” 8- Hatib Bağdadi “et-Telhis,” 9- Suyuti “el-Câmiu’s-Sağir…