MİLLET-MİLLİYETÇİLİK VE TÜRKİYELİLİK
Safter Tanık
Millet; insanın bedevi bir toplumdan, medeni bir topluma geçişinin son toplumsal şeklidir. Diğer bir ifade ile millet; klan-aşiret-komün- feodal yapıdan daha üst düzeyde donatılmış bir üst kuruluşa yükselişin son safhasıdır.
Milletsiz Bir Devlet Olamaz
Millet ile milli devlet arasında sıkı bir bağ vardır. Dünyadaki devletlerin sınırları ortadan kalkmadan da, başka bir sosyal yapının oluşması mümkün değildir. Bunun için millet, tüm ideolojilerin konusu olmuştur.
Millet Tanımı
Milletin; dil, din, mezhep, kültür-soy-coğrafya-vatandaşlık-iktisadi hayat vb. temele dayalı birçok tanımı var. Almanya’da soya, Fransa ve Çin’de kültüre, A.B.D.’de vatandaşlığa, Avusturya’da mezhebe, İspanya-Belçika ve İsviçre’de coğrafyaya, Slav ve Arap ülkeleri ile Romanya’da dile, İran’da din ve mezhebe, eski SSCB’nde de dil-coğrafya-iktisadi hayata dayalı bir millet tanımı yapılmış.
Farklı Tanımın Nedeni
Millet tanımının farklılığı; millet olmuş toplumların, ortak kabullerinin diğer bir ifade ile birleşme noktalarının farklı olması ile ilgili.
Dünyada millet olmuş toplumlara baktığımız zaman, bunların homojen değil, dil-din-mezhep-kültür-soy ve sosyal yapı itibariyle farklı bir özelliğe sahip olduğunu görüyoruz.
Millet Çoğunluğa Dayanır ve Tüm Toplumu Kucaklar
Milletin; çoğunluğa dayanması, etnik gruplara saygılı olması, toplumun tamamını kucaklaması esastır. Burada da ortak kabul, diğer bir ifade ile birleştirici unsur öne çıkıyor. Bunun öne çıkması ise milletin değişik şekillerde tanımlanmasına yol açıyor.
Örneğin; Fars kültürünün hâkim olduğu İran’da, millet tanımının dine dayalı olması, açıkça belirtilmiş olmamakla birlikte Şia ’lığın öne çıkarılması, ülkede 35 milyon Türk soylu insanın yaşaması ile ilgili.
Tek Devlet Tek Millet
Devletin kurucu unsurunun tek olması esastır. Kurucu unsuru birden fazla olan devletler, her an yeni bir devlet doğurmaya adaydır.
Yugoslavya’nın dağılması, “Sırplar-Hırvatlar-Slovenler gibi” üç kurucu unsura, Belçika’daki bölünme riski de “Flamanlar ve Valonlar gibi” iki kurucu unsura dayanması ile ilgilidir.
Türkiye’nin iki kurucu unsurdan olmasını isteyenler, ülkeyi felakete sürüklediklerini iyi bilmelidirler.
Milletin Olmazsa Olmazı
Millet tanımı, hangi temel ya da temellere dayalı olursa olsun, milletleşmeden söz edebilmek için “ortak dil”, “ortak tarih”, “ortak kültür”, “bir arada yaşama isteği” ve “ortak his ve heyecanın” olması gereklidir. Aksi halde millet bir yığın, gelişigüzel bir kalabalıktan başka bir şey değildir. Buna da dense, dense halk denir.
Milletleşme
Genel olarak; milletleşme, bedevi toplumların ekonomik-sosyal-kültürel-politik değişim ve gelişimi sonucu medeni bir topluma dönüşmesi ile ortaya çıkmış, imparatorlukların çözülüşü ve milli devlet hedefi ile de bir ivme kazanmış.
Bununla birlikte toplumların milletleşmesi, ekonomik-sosyal-kültürel-politik farklılıklar nedenlerle farklı olmuş.
Milletlerin oluşumu ile ilgili olarak; biri “Özcü Yaklaşım”, diğeri de “İnşacı Yaklaşım” olmak üzere iki tez vardır.
Özcü yaklaşıma göre; millet olma bilinci, insanın yaratılışında vardır. Bu bilinç, toplumun değişim ve gelişimi ile birlikte güçlenir ve bir müdahale olmaksızın milletin kendiliğinden oluşmasını sağlar. Oluşan millette, devleti kurar.
İnşacı yaklaşıma göre; millet, medeni toplumun en son toplumsal yapı şeklidir. Milliyetçiler olmadan, kendiliğinden oluşmaz. Devleti kuran, ya da ele geçiren milleti de inşa eder.
İtalyan milliyetçi lider Massimo d’Azeglio’nun “ İtalya’yı ortaya çıkardık, şimdi de İtalyanları ortaya çıkarmamız lazım” sözü, buna en iyi örnek teşkil eder. Ancak; bu yaklaşımın, özellikle sosyalistler tarafından savunulduğu görülüyor.
Komünist Teorisyenlerin Millet ve Milliyetçilik Karşıtlığı
Marks ve Engels’e göre; milletin oluşumu için ortak dil-gelenek-coğrafi ve tarihsel beraberlik yeterli değildir. Belirli bir ekonomik ve toplumsal gelişmişlik te gereklidir. Bunun için millet, toplumun feodal yapıdan kapitalist yapıya geçişte, burjuvazinin çıkarlarını korumak için ortaya koyduğu bir sosyal yapıdır.
Bu nedenle millet ve milliyetçiliğe karşı çıkarken, proletaryanın önderliğinde inşa edilecek sınıfsız bir dünya milletini savunmuş.
Stalin-Mao ve Enver Hoca’nın Millet ve Milliyetçilik Pratiği
1914’te, Almanya’da sosyal demokratların Karl Liebknecht dışında, savaş kredilerine onay vermesi, savaş karşıtı komünistlerin Karl Liebknecht ve yoldaşı Rosa Luksemburg öncülüğünde ayaklanmasına neden olmuş. Aynı görüşü paylaşan Lenin de 1917 Ekim devrimi ile Rusya’da iktidarı ele geçirmiş.
Lenin, bir tek sosyalist dünya halkından söz ederken, Stalin S.S.C.B.’nde coğrafya-Slav dili-iktisadi hayat temeline dayalı bir millet inşa etmeye çalışmış.
Başlangıçta Konfüçyüs ve Tao felsefesine karşı olan Mao, kültür temeline dayalı bir milleti inşa ederken, Arnavutluk’ta da Enver Hoca aynı yolu takip etmiş.
Millet ve Milliyetçilik Gerçeğini Reddetmek Ütopyadır
Millet ve milliyetçiliğe karşı duruş sergileyen ideolojilerin, bu düşüncelerinin teorik safhada kaldığı, pratikte ise bunu kabullendikleri anlaşılıyor. Bu da insanın yaratılışında var olan milli bilinç ile ilgili.
Hiçbir ideoloji, millet ve devlet tanımı yapmadan bir sistem oluşturamaz.
Milliyetçiler Milletin Sigortasıdır
Gerek milletin ortaya çıkışında, gerekse toplumun milletleşmesinin temel esası olan ortak kabulün güçlenmesinde milliyetçilerin aktif bir rolü vardır.
İddialı ülkelerde; kendilerine ister milliyetçi, ister vatansever, isterse yurtsever denilsin bu gibi kişiler devlet tarafından korunur, kollanır ve etkin görevlere getirilir. Milliyetçileri yok saymak, milleti yok saymak gibi bir şeydir.
Osmanlı’da Millet Tanımı
Osmanlı’nın; kuruluş döneminde soya, 1453- 1839 döneminde de dine dayalı bir millet tanımı var. Buna göre; Osmanlı, Müslim tebaa ve gayrimüslim tebaa olmak üzere iki unsurdan oluşmuş. Ancak; Müslim tebaa, asli unsur olarak kabul edilmiş. Bununla birlikte Avrupalılar, “Farslar” dışında kalan tüm Müslümanları Türk olarak adlandırmış.
1839’da, Tanzimat ile vatandaşlık temeline dayalı bir millet tanımına geçilmiş. Bu tanım ile Müslim tebaa ile gayrimüslim tebaa arasındaki fark kaldırılmış, “Osmanlı Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı bulunana Osmanlı, Osmanlı Devleti’ni oluşturan halka da Osmanlı milleti” denilmiş.
Yapay Millet Tanımı Tutmadı
Osmanlı’nın yeni millet tanımı, gayrimüslim tebaa tarafından benimsenmezken, kaybedilen imtiyazlar nedeniyle de Müslim tebaayı gayrimemnun bir kesim haline getirdi. Bu da Arnavut, Arap ve Kürt milliyetçiliğini doğurdu.
Kafası Karışık Osmanlı Aydını
Yeni millet tanımını yeterli bulmayan, Meşrutiyet’e geçişi dayatan ve Meclis’te de dini-etnik-mezhebi grupların gücü oranında temsilini öngören “Yeni Osmanlıcıların” sihirli formülü de bir işe yaramadı. 93 Harbi ile Osmanlı, neredeyse sona erme noktasına geldi.
İslam’ın Osmanlı’nın Resmi İdeolojisi Haline Gelmesi
Sultan II. Abdülhamit, İslam’ı Osmanlı’nın resmi ideolojisi haline getirerek Müslim tebaayı bir arada tutmaya çalıştı.
İttihatçıların Panislamist ve Pantürkist Söylemleri
İttihatçıların, Panislamist ve Pantürkist söylemleri de Müslim tebaayı bir arada tutmaya yetmedi. Arap dünyası, bizden kopup gitti.
Türk Milletinin Yeniden Doğuşu
Osmanlı’dan geriye kala, kala Türk soylular ve kendini Türk kabul edenler kaldı.
Kırımdan-Kafkaslardan-Balkanlardan Anadolu’ya akan yüzbinler, Türk kabul edildikleri için topraklarından sürüldüler, zulüm ve katliama maruz kaldılar. Derin acılar çeken bu insanlar, sadece milli bilince sahip olmakla kalmadılar, Anadolu insanındaki Türklük bilincinin de ateşleyicisi oldular.
Osmanlı toplumundan farklı bir haleti ruhiyeye sahip olan bu toplum, Türk milliyetçileri önderliğinde, Türk Kurtuluş Savaşı’nı verdi, Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluşunu gerçekleştirdi.
Türk milliyetçiliğinin ideologlarından sayılan Ziya Gökalp’in; milli devlet tavsiyesi ve kültürel temele dayalı millet tanımı bu nedene dayanır. Bu düşünceleri paylaşan Mustafa Kemal’de, bunu pratiğe dönüştüren bir liderdir.
Anadoluculuk, Anadolu Milliyetçiği ve Anadolu Milleti
Bir dönem “Anadoluculuk düşünce akımı” gündem konusu oldu. Bunların, coğrafi temele dayalı bir millet tanımı mevcuttu. Önceleri, laik kesimde taraftar bulan bu akım, daha sonra İslamcı kesimde de taraftar buldu. 1945-1960 döneminde ise popülerlik kazandı.
Sabahattin Eyüboğlu-Azra Erhat; millet tanımını, Anadolu coğrafyası ve antik Anadolu medeniyetlerine kadar uzanan bir tarihe dayandırırken, Nurettin Topçu-Mükrimin Halil Yinanç ise; millet tanımını, Anadolu coğrafyası-Türklerin Anadolu’ya gelişi ve İslam’a dayandırıyordu.
Eleştiriler
Nasıl ki dil, bir millet için olmazsa olmazdır. Aynı şekilde milletlerin tarihi de bir dönem ile sınırlı tutulamaz. Adama sorarlar, “İyonlar hangi dili konuşuyordu?”, “Türk tarihi, sadece Anadolu tarihinden mi ibaret?” diye. Yapay millet tanımını içeren bu düşünce akımı, taban bulmadı, aydın kesimde tartışılan bir konu ötesine de gidemedi.
1982 Anayasası’nda Milliyetçilik ve Millet
Dünyanın belli başlı ülkelerin anayasalarına baktığımız zaman, milletin ismi-milliyetçilik ve millet tanımı vardır. Ben şimdiye kadar milletin ismi geçmeyen bir anayasaya rastlamadım, bu zaten anayasa tekniği açısından da imkânsız bir şey. Bunun için bugüne kadar yapılan anayasalarda olduğu gibi, 1982 Anayasa’sında da milletin ismine, millet tanımına ve milliyetçiliğe yer verilmiş.
1982 Anayasa’sının 2. maddesinde yer alan “ Atatürk milliyetçiliğine bağlı”, 3. maddesinde yer alan “ dili Türkçedir” ve 66. maddesinde yer alan “ Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadelerine bakacak olursak, Anayasa’da kültürel temele dayalı olmakla birlikte vatandaşlık bağı ile güçlendirilmiş bir millet tanımı var.
Bu tanım; tam, açık olmasa da, ülkemizin sosyal gerçeklerine uygun, teknik açıdan da doğru bir tanımdır.
Türkiyelilik
Eskiden, 1982 Anayasası’na “bu Anayasa, darbe Anayasasıdır” diyenlerin, bugün ise Türk kelimesine kafayı taktığını görüyorum.
Neymiş? Türk kelimesi bir soyu çağrıştırıyormuş, oysaki ülkemizde çeşitli kökenlerden gelen insanlar yaşıyormuş, bunlar da bundan rahatsızlık duyuyormuş. He, he Anayasa’dan “Türk” kelimesi çıkarılıp, “Türkiyeli” kelimesi konulursa, toplumun bütünlüğü sağlanacak, terör de tabanını kaybedecekmiş, falan filan. Bunlar boş laflar.
Coğrafi Tanım Yapay Bir Millet Tanımıdır
“Türkiyeli” sözcüğünü kullananlara sormak lazım, siz hiç kendini yaşadığı coğrafya ile tarif eden bir Avrupalı ’ya rastladınız mı?
İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da yaşayan bu ülke vatandaşlarının, kendilerini İngiltereli, Fransalı, Almanyalı, İtalyalı olarak vasıflandırdığını hiç duydunuz mu?
Onlar kendilerini İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan şeklinde tanımlıyorlar. Dünyanın en karışık etnik yapısına sahip A.B.D.’de bile bu böyle. Burada “Amerikalı” milletinden” söz eden var mı? Herkes “Amerikan Milleti” diyor.
Kişisel ve Kurumsal Kimliği Karıştıranlar
Bunlar, kişisel ve kurumsal kimliği birbirine karıştırıyor. Çünkü “Türkiyeli olmak” kişisel, “Türk olmak” ise kurumsal bir kimliği ifade eder.
Yapay Millet İnşa Gayreti
Bunların, yapay bir millet inşa etme gayretinde olduğunu görüyorum. Bu, boşuna gayrettir.
Osmanlı bunu denedi, olmadı. Yugoslavya 8 Anayasa değişikliği, Yugoslav Komünist Partisi’nin baskısına ve Yugoslav Halk Ordusu’na rağmen bunu beceremedi.
Milletler öyle mantar gibi bitmez, uzun bir tarihi gelişim-değişim ve derin acılar sonucu oluşur. Oluşan millet de devletini kurar. Adı, bayrağı, milli marşı vb. ise varlığının kanıtı olan unsurlardır.
Sonra dünyada herkesin bizi Türk olarak tanıdığı ve toplumun en az % 80’inin kendisini Türk olarak tanımladığı bir ortamda, yeni bir kimlik arayışına girmek akıl ve mantığa aykırı bir durum değil mi?
Yeni Anadolucular
Bugün; coğrafi temele dayalı bir millet tanımını savunanlar, yarın da Türkiyeli kelimesine karşı çıkarlarsa hiç şaşırmamak lazım. Ne kadar olsa Türkiye, “Türklerin Vatanı” anlamında, nedense bugün için lütufkâr davranıyorlar.
Yapay Millet Dayatması
Bazıları, “Türk Ordusu, PKK ile 30 yıl savaştı, bir yere varamadı” diyor. “Türk Ordusu savaşı kaybetti mi?” demek istiyor, bunu anlamadım.
Çünkü her savaşın bir galibi, bir de mağlubu vardır. Savaşı kazanan şartlarını ortaya koyar, karşı tarafta bunu kabul eder, barışın temel kuralı da budur. Oysaki hükümet yetkilileri “terörist başı Abdullah Öcalan sıkıştı”, terörist başı da “ben kazandım” diyor. Bundan bir barış çıkmaz. Bu olsa, olsa savaşın ertelemesi olur. Ben değil, bu işin ilmi böyle diyor.
Yapay Millet Etnik Soruna Çare Değildir
Coğrafi temele dayalı millet tanımı, alt kimlikleri üst kimliğe dönüştüren, bir millet içinden birçok milleti doğuran, üniter devleti zaman içinde ortadan kaldıran bir özelliğe sahip. Belçika ve İspanya ise bunun kötü örnekleri.
Belçika’da “Flamanlar”, İspanya’da “Basklar ve Katalanların yanı sıra Galiçyalılar, Endülüsler hatta İspanyol kökenli olmakla birlikte Kanarya halkı bile” bağımsızlık istiyor.
Yapay millet tanımı ile bütünleşmeyi sağlayan terör ve anarşiye çözüm getiren bir ülke de yok.
Vatandaşlık Temeline Dayalı Millet Pratiği
A.B.D.’de vatandaşlık temeline dayalı bir millet tanımı var. Bu A.B.D.’nin çok soylu, çok kültürlü sosyal yapısından kaynaklanıyor.
Bunun A.B.D.’de tutmuş olması, A.B.D.’nin süper bir devlet olması ve açık olmamakla birlikte Beyaz-Anglosakson-Protestan çoğunluğa dayanması ile ilgili.
Bunlar, kendilerini ülkenin sahibi, diğerlerini ise misafir olarak gören kişiler. A.B.D.’de hiçbir Başkan, kurucu unsur olan “Beyaz-Anglosakson-Protestanlar ile Musevileri” dikkate almadan bir politika izleyemez. Onun için “Başkan’ın, dışı siyah olsa bile, içi beyazdır” derler.
Vatandaşlık Millet Tanımında Tamamlayıcı Bir Unsurdur
Ülkemizde; vatandaşlık temeline dayalı millet tanımına gitmek, teknik olarak yanlıştır. Diğer bir ifade ile kendini Türk olarak tanımlayan en az % 80’lik bir çoğunluğu dikkate almamaktır. Bunun için vatandaşlık, millet tanımında esas değil, ancak tamamlayıcı bir unsur olabilir.
Küreselcilerin Millet ve Milliyetçilik Karşıtlığı
Küresel sistemin, ütopya da olsa “tek devlet-tek millet-tek din” gibi evrensel bir hedefi var. AB, NAFTA, ASEAN gibi oluşturulan ekonomik birlikler de bunun ön safhası.
Bunlara göre; “milli devlet bitti, dünya kocaman bir köy oldu”.
“Milli devlet tarihe karıştı” diyenlerden, gerçeği görmeleri için kimlik ve pasaportunu almak mı lazım? Bunların, küresel sistemin aldatıcı propagandasından hiç mi haberi yok?
Emperyalizmin Oyunu
Dünyada; milli devletleri yıkmaya, parçalamaya yönelik yoğun bir çaba varken, etnik-dini-mezhebi grupların ise milletleştirilmeye çalışılması emperyalizmin bir oyunudur. Mısır’da İskenderiye halkının bağımsız şehir devleti talebi de bunun hangi boyuta geldiğini gösteriyor.