KAHRAMAN ÖRNEK BİR ÜLKÜCÜ
KOMANDO MUSTAFA
Ahmet B.KARABACAK
Aramızda Komando lakabıyla anılan Mustafa’yı 1966 yılında tanıdım. Halâ tereddüdüm var; acaba komando sıfatı ondan teşkilâta mı geçti, yoksa sonradan mı ona bu sıfat verildi? O günlerde bizim ülkücü gençler hep, basın başta olmak üzere herkes tarafından “komandolar” diye anılıyordu…
Bizim aramızda Komando Mustafa olarak tanının Mustafa Ok Silifke’li bir gençti. Orman Fakültesi’ne, memleketinden okumağa gelmişti. Fakat o yıllar fakülte, sanki komünistlerin ve bölücülerin işgali altında idi. Bunlar, idarecilerin gafleti ile büyük bir terör estirmişler, kendilerinden olmayan herkesi susturmuşlardı.
Mustafa, uzunca boylu, yağız bir erkek güzeli idi. Güçlü, kuvvetliydi. Bir ara boks sporuna merak sardığı için kavgayı dövüşü iyi biliyordu. Okula gelip komünistlerin ve bölücülerin terörünü görünce çileden çıkmıştı. Kısa sürede, İstanbul’daki milliyetçi muhitlerle temasa geçti. Memleketinde de ailesi tarafından çok iyi bir vatansever olarak yetiştirildiği için bu zor olmadı. Okul bize uzak olmasına rağmen, her fırsatta yanımıza geliyor, her gelişinde yanında değişik bir arkadaşını getirip tanıştırıyordu. Bu arada aynı okuldan Secaattin Terzioğlu ve Ali Sırtlı da el altından çalışmağa başlamışlardı. Ülkü Ocakları’nı önce bu gençler, İstanbul Orman Fakültesi’nde Ülkücü Milliyetçiler Derneği adıyla kurdular. Kısa bir süre sonra bu dernek, Türkiye’deki kuruluşlarla beraber Ülkü Ocakları’na dönüştürüldü.
O kaoslu günlerde bir haber geldi: Mustafa Ok, arkadaşlarıyla beraber, terör estiren komünist ve bölücüleri Orman Fakültesi yurdundan atmıştı. Okulda da bu olaydan sonra terör olayları bitmiş, okul gerçek kimliğine kavuşmuştu.
Mustafa’nın adı, zannediyorum, o günlerden sonra komando sıfatı da eklenerek Komando Mustafa adıyla anılmağa başladı. Gene bir yiğit adam, fen fakültesinden Mustafa Demirhan’dan bu sıfatla ayırıyorduk. Artık, her yürüyüşümüzün önünde o yürüyor, çekişmeleri önlemede o aracılık ediyordu. Edebiyat fakültesini basan binlerce kandırılmış solcuyu ve bölücüyü, pek az sayıdaki ülkücünün, başlarında Mustafa olduğu halde nasıl kovaladıkları halâ gözlerimin önünde…
70’li yıllarda, 18 Mart yıldönümünde, Türkeş’in de katıldığı, Çanakkale’de çok büyük bir yürüyüş yapıldı. Bu yürüyüşe, Türkiye’nin her tarafından gelen binlerce ülkücü katıldı. En önde Mustafa tek olarak, sert ve muntazam adımlarla geliyordu ve arkasında saflar halinde diğer arkadaşları. Müthiş bir sahne idi. Ben, meydanda yürüyüşün filmini çekiyordum. Konuşma kürsüsünde, Türkeş’in eski ihtilâl arkadaşı Mehmet Özgüneş vardı. Türkeş ve arkadaşlarına ihanet edilince tabii senatör yapılmıştı. Türkeş, gene de ona milliyetçi biri derdi. Özgüneş, önde yürüyen Mustafa’yı ve arkadan gelen ardı arkası kesilmeyen binlerce ülkücüyü görünce konuşmasını kesti, gözyaşlarını tutamadı ve kürsüde ağladı. Ben o anı da çektim. Bu film halen benim arşivimde duruyor. Kim bilir neler düşündü o sırada? Belki de Türkeş’e yaptıkları ihanet aklına geldi…
Mustafa, Türk Milliyetçiliği davasına uzun yıllar sadakatle hizmet etti. Zaman zaman görüşürdük. Onun, kendine özgü hürmeti hiçbir zaman eksilmedi.
Onu son olarak, Türkeş’in cenazesinde Ankara’da gördüm. Üzüntünün, bir insanın yüzüne ne şekilde vurduğunu o zaman bir daha anladım. Kendini boşlukta hissediyor, yüz binlerin toplandığı Kocatepe camiinin avlusunda, o dehşetli soğuk ve karlı günde, üzgün üzgün geziniyordu.
Bir gün, onun yakın arkadaşlarından, Samsun’lu dostum Hikmet Yüksel telefon etti, Komando’nun vefat ettiğini söyledi. Ağır hasta olduğunu duymuş, ziyarete gitmeğe hazırlanıyordum. Ama bu mümkün olmadı.
Cenazesi, sanki ülkücülerin miting alanına döndü. Vefakâr arkadaşlarının omuzlarında, tekbirlerle mezarlığa götürüldü…
Komando Mustafa Ok, çok hizmet etti. Ülkücü gençlerin örnek aldığı bir ağabeydi… Allah rahmet etsin.