Dokuz Işık’ın İlk Işımaları
Dr. Hayati BİCE
“Bilinmeyen ‘Dokuz Işık’ Tarihi” başlıklı yazımda Milliyet gazetesinin 2 Haziran 1966 tarihli nüshasında yayınlanan “Türkeş: Türkiye’yi Dokuz Işık Doktrini Kurtarır” başlıklı habere işaret edip Dokuz Işık tarihinde önemli bir başlangıç noktası olarak değerlendirmiştim.[1] Bu değerlendirmemi paylaştığım aksakallarımızdan birisi, Dokuz Işık formülünü, Başbuğ Alparslan Türkeş’in ilk kez Hindistan’da sürgünde iken, “Ondörtler” olarak yurtdışına birlikte sürüldükleri arkadaşlarına yazdığı bir mektupta kullandığını söyledi.
Bu konuda elde bir belge olmadığı için sadece hafızama kaydettiğim bir bilgi aradan bir ay geçmeden önüme geldi. Hem de hiç beklemediğim bir şekilde… Ülkücü harekette İslamî hassasiyetlerin korunması noktasında önemli bir isim olan Ahmet Er’in “Hatıralarım” adı yayınlanan anılarındaki bir mektup, bana sözü edilen belge olmalı idi. Kitapta çok daha sonra ‘Dokuz Işık’ adını alacak olan ‘dokuz prensib’in sıralandığı 20 Aralık 1961 tarihli bu mektubun tam metni vardı.[2]
Mektuptan anlaşıldığına göre Dokuz Işık formülüne ilk kez, adı henüz “dokuz ışık” olarak konulmadan, Numan Esin ve Muzaffer Özdağ’a yazılan bir mektupta “prensiplerimiz” başlığı altında yer verilmişti: “1. Türkçüyüz, Milliyetçiyiz, Öztürkçeciyiz. 2. Toplumcuyuz. 3. Ülkücüyüz. 4. Ahlâkçıyız. 5. Halkçıyız. 6. Köylücüyüz. 7. İlimciyiz. 8. Gelişimciyiz. 9. Endüstrici ve teknikçiyiz.”[3] Buradaki prensiplerin bazılarının isimleri ve sıralanış önceliği değişmekle beraber ilk kez kitapçık olarak basılacağı tarihe kadar esasta farklılaşmadığı görülmektedir. Sıralanan kuralların içeriğindeki sürekli bir gelişme ve zenginleşmenin aşağıda tam metnini bulacağınız mektupta da görüleceği üzere zaten işin en başında Başbuğ Türkeş tarafından öngörülmesi de dikkate değerdir.
Bugün tarihî bir önemi olan bu mektupta, 13 Kasım 1960 günü Millî Birlik Komitesi’nden çıkartılarak 19 Kasım 1960 günü Hindistan’a sürgüne gönderilmiş olan Alparslan Türkeş’in Türk milletine hizmet kararlılığını en çetin şartlarda bile koruduğunun bir kanıtıdır. Kendisine, Türkiye’den, üst düzey bir rütbeli tarafından gönderilen bir mektuptaki “Etliye-sütlüye karışma artık!.. Uslu uslu otur da, başını sokabilecek bir ev parası biriktir!…” tavsiye/uyarısının niyetini sorgulayan satırları, ülkücü bir insanın sürgünde dahi, en olumsuz şartlarda bile ülkücülüğünü sürdürebileceğini göstermesi ile bugün ülkücülerine ve ülkücü adaylarına yol gösterici niteliktedir.
İlk Hedef: Bin Ülkücüye Ulaşabilmek…
Mektubun önemli bir noktası da, Başbuğ Türkeş’in ilk hedefinin kendisi ile aynı ülküyü paylaşabilecek doktor, mühendis ve Avrupa’da çalışan işçilerden 1000 (bin) kişilik bir kadro kurabilmeyi hedeflediğini ifade etmesidir. Bugün hemen her alanda faal olan binlerce ülkücü yetiştirmiş olan Milliyetçi Hareket’in, ülkücü kadronun zaman zaman içerisine düştüğü “umutsuzluk hastalığı”ndan kendisini kurtarabilmesi için Başbuğ Türkeş’in yola çıkarken önüne koyduğu hedef üzerinde iyi düşünmeliyiz. Yine aynı mektupta bir harekete katılmış olsa bile ülkücü tavra sahip olanlar ile hasbelkader aynı yola girmiş kişiler arasındaki farka da işaret etmesidir.
Ahmet Er’in “Hatıralarım” adı yayınlanan anılarında dört sayfalık aslının fotokopilerini de yayınladığı 20 Aralık 1961 tarihli Alparslan Türkeş imzalı bu mektubun tamamını tarihî niteliğini gözönüne alarak ve belge olarak yeni nesilden araştırmacıların kolayca ulaşabilmesi için “14’lerin Haberleşmeleri” başlıklı bölümden iktibas ile aynen vermek istiyorum:
***
14’lerin Haberleşmeleri
Türkeş’in Yeni Delhi’den Numan Esin, Özdağ ve bana (Ahmet Er) göndermiş olduğu mektup:
Yeni Delhi
20 Aralık 1961
Sevgili Kardeşlerim Esin, Er ve Özdağ;
Bu mektubu, her üçünüze de müşterek olarak yazıyorum. Üçünüzden de aşağı yukarı aynı zamanda ve birbirini tamamlayan veya birbirine tamamiyle uygun bulunan mektuplar aldım. Özdağ’ın gayet olgun bir şekilde hazırlamış olduğu yazıyı takdir ve memnunlukla okudum ve hemen Baykal’a gönderdim. Şimdi sırasıyla mektuplarınızda belirtilen hususlar üzerinde fikirlerimi belirteceğim.
Er kardeşimiz, mektubunda bizlerin artık yalnız Türk milletini ve halkı tutmaklığımız ve ona dayanmaklığımız gerektiğini, Kumandanlar Komitesi denilen ne idüğü belirsiz Yeniçeri bozuntularına güvenmenin doğru olmayacağını ifâde ediyor ki, kanaatimce gayet doğru ve
isabetli bir mütâlâadır. Onun fikrine göre, bizler artık doğrudan doğruya milletle temasa geçmenin yolunu bulmalıyız ve kuvvetimizi ondan almaya bakmalıyız. Ordu ile temastan ve Ordu vasıtasıyla bir şey elde etmeye çalışmaktan vazgeçmeliyiz. Bu mütâlâalarda hakikatin payı pek büyüktür, yalnız bana kalırsa, Orduyu Milletten ayrı bir varlık olarak görmemeliyiz, onu da Milletin varlığı içinde bir parça olarak mütalaa etmeliyiz. Fakat bunu böyle yaparken de Ankara’da toplanmış olan seksen veya yüz zorbayı, Ordu diye kabullenmek hatâsına düşmemeliyiz.
Bunlar Ordu değildirler, bunlar ordunun mukaddes adını kendi âdi ihtirasları için âlet ederek, politika bezirgânları ile pazarlıklı oyun döndüren soysuzlardır. Millete yönelirken,
onun kıymetli varlığının bölünmez parçası olan Silâhlı kuvvetlere de yönelmek mecburiyetindeyiz. Milleti ve Silâhlı Kuvvetleri, politika bezirgânlarının ve Yeniçeri! Zorbalarının elinden kurtarmak vazifesi de omuzlarımıza yüklenmiş bulunmaktadır. General Kurttekin vasıtasıyla bize ulaştırılmış olan E.U.R’nin (Erkân-ı Harbiye Umûmiye Reîsi = Genelkurmay Başkanı HB) mesajında şunlar bulunmaktadır: “Orduyu politikadan sıyırmak istiyoruz. Sizlerin de aynı arzuda olmanıza memnunuz. Ortalığı karıştırmayın. Sükût ederek sakin sakin bir kenarda
oturun. Siyâsî hayat istediğimiz normal istikamette gelişmektedir. Siz de birkaç kuruş biriktirmeye çalışınız, böylece döndüğünüz zaman başınızı sokacak bir ev alırsınız.”
Bunu inceleyecek olursak çıkan mânâ şudur: “CHP’ye nihâyet iktidârı vermeye muvaffak olduk. Yerini sağlamlaştırıncaya kadar sesinizi çıkarmayınız. Siz nasıl olsa partiyi kaybettiniz. Size yapacak bir şeyimiz yok, beş on para biriktirmeye çalışınız, belki başınızı sokacak bir kulübe alırsınız. Millet, memleket diye başınızdan büyük işleri karıştırmayın, kendi garip hâlinize bakın”
İşte Kumandanlar Komitesinin ve Erkânı Harbiye Reisi’nin görüşü budur ve bizden ürktükleri için de geçen Ekim ayı içinde memlekete dönmekliğimizi istemediler. Bunlar 23 ve 24 Ekim’de Mürted Hava üssünde yaptıkları gizli toplantılarda Meclisi feshederek ekseriyeti CHP’li olmak üzere uydurma başka bir Meclis toplamaya ve CHP’yi doğrudan doğruya iktidara oturtmağa karar verdiler. Gerekli plânları yaptılar, şimdi müsait zaman ve bahane beklemektedirler, bunların başında Halım Menteş, Fevzi Arşın, Hava Kuvvetleri K. Ekrem Acuner, Kadri Kaplan, Mucip Ataklı, Abdurrahman Doruk, Emin Aytekin, Talât Aydemir bulunmaktadırlar.
Şimdi Ondörtlere gelince; geçen mektubumda Esin’e ve Özdağ’a bu konuda düşündüklerimi yazmıştım. Burada tekrar özetlemeliyim. Bir seneden beri Ondörtlerin derlenip toparlanarak bir birlik halinde varlık gösterebilmelerini beyhude yere bekledik durduk. Hiçbir prensibi ve doktrini olmayan ve alınan kararları bir saat geçmeden unutarak tam tersine hareket etmekte tereddüt etmeyen insanların karışımından meydana gelmiş bulunan bu tesadüfi grup, hiçbir randımanlı faaliyet gösteremez. Çünkü birbirinden şüphe eden, birbirine îtimad etmeyen insanlar var içimizde… Bunlar dış tehlikelere karşı gözlerini açarak uyanık bulunacakları yerde, 13 Kasım’ı isabetli ve mesul bir hâdise saymakta, gece ve gündüz bilhassa aşağılık duygulu hissettikleri bizlere karşı kusur uydurmaktadırlar. Çok muhtemeldir ki, düşmanlarımız bizi bize boğdurmak ve bizi içten yıktırmak için bu kafasız ve ruhsuz insanları ustalıkla kullanmaya çalışmaktadırlar. Büyük ölçüde de başarı sağlıyorlar denilebilir. Fakat bütün bunlara rağmen, biz kendilerine karşı kardeşçe hareketten ayrılmayarak, onları dâima uyarmaya ve kendilerine hakikati göstermeye çalışmalıyız. Ondörtler içinde bizim grubumuz bir cazibe merkezi olmalı ve bundan sonra tasarlayacağımız işlerde bu guruba ve bir de Ondörtlerin dışındaki güvenilir arkadaşlarımıza dayanmalıyız.
Esin’in mektubunda belirttiği gibi, hakikaten başbaşa kalarak konuşamadık. Ben bunu yapabilmek için Esin’e; Paris’ten İspanya’ya dönmemesini söyledim. Fakat onun bizimle Belçika’ya ve Hollanda’ya gelişi dahi bir hayli söylentilere sebep oldu… Yolda üstü kapalı olarak bana yöneltilen, gene arkadaşlara karşı ağır ithamlar ileri sürdüler. Çok şiddetle ve ağır bir şekilde cevaplandırarak kendilerini susturdum Çok istemekliğime rağmen Esin’le elimizde olmayan sebepler yüzünden başbaşa kalarak, uzun boylu görüşmek imkânını bulamadık. Fakat yine de fikren ve rûhen birbirine en yakın insanlar olduğumuz, yazılarımızdan da belirmektedir.
Memleket için tek çıkar yol, gelişmedir… Ve bunun bizler tarafından başarılması gerektir Halk ve bütün idealist yurtseverler, bunu bizden bekliyor. CHP’si ve Komünistler ve diğer politika bezirgânları ise, halk tarafından çok sevildiğimizi ve tutulduğumuzu gördükçe, soğuk terler dökerek deliye dönmektedirler Bizim sahip olduğumuz prestiji tahrip etmek için akla gelmedik melanet ve iftiralara başvurmaktalar, yine de halkı bizden soğutmaya tam muvaffâk olamıyorlar. Şimdi, bütün mesele; yeni bir gelişmenin imkânlarını yaratmaktır. Bunun için içimizden hiç olmazsa bir kişinin memlekete girmesi şart sayılmalıdır. Uzaktan uzağa idâre ve faaliyet çok güçtür. Aldığım haberlere göre 15 Eylül ve 18 Ekim’de iki defa Ankara’da teşebbüse kalkışılmış. Talât Aydemir’in gurubu denenler önce bir hareket yaparak işe el koymağa yeltenince, bize mensubiyeti olan bir diğer grup da onları ekarte ederek, işlere el koymak kararını vermiş, fakat neticede iki taraf sabretmeğe karar vermişler.
Bu haberler ne dereceye kadar doğrudur? Bize mensup oldukları söylenen kümelerin miktarı ve kuvveti nedir? Çoğunlukla nerelerde bulunmaktadırlar? Bunları tam olarak kestirmek mümkün değil. Memlekete resmen gidersek, hükümetin bizi devamlı olarak göz hapsinde tutacağı muhakkaktır. Bunu bana Paris’te Haydar Tunçkanat ve Cevdet Perin de söylediler. Bu durum karşısında arkadaşlar iyice düşünerek hareket tarzımızın ne olması lâzım geldiği hakkında fikirlerini bana bildirsinler.
Bundan önceki mektubumda Esin ve Özdağ’a yazdığım ‘Hür Türkler Birliği’ adı altında kurmak istediğimiz derneğe gelince; bunun şimdilik asıl gayesi, doktrin ve prensiplerimizin etrafında bunları benimsemiş aydın kimseler olmaktadır. Hâlen dış memleketlerde, bilhassa
Avrupa’da sayıları binleri bulan yüksek tahsil gençleri ve genç işçiler bulunmaktadır. Memleketle kolayca temas edememekle beraber bu aydın kimselerle kolayca temaslarda bulunabiliriz. Bunların içinden bizimle çalışacak bin kişi hazırlıyabilirsek, bu ilerisi için büyük bir kuvvet olur. Doktor, mühendis, vesaire gibi yüksek tahsil yapmış çeşitli branştan bin aydın genç gayet önemli bir kazanç olur.
Bunun için, yazdığım prensipleri işleyerek, gerekirse tâdil ederek veya tamamlayarak geliştirmeliyiz. Ve buna ister yardımlaşma veya ister Türkiye’yi Kalkındırma maksadıyla
diyerek güzel bir tüzük hazırlayalım. Ve bunu süratle yapalım. Tamamlanınca bana gönderiniz. Bundan sonra da bunu Avrupa ve Amerika’da bulunan arkadaşlarımız vasıtasıyla yayarak dış memleketlerde etsinler. Bir taraftan da bunu memlekete de sokarak bulunan Türkleri bu kadro
içinde toplayalım. Bunun hukukî yönünü, Esin ve Özdağ inceleyerek formülü orada da yaymaya çalışırız.
Prensiplerin başlıklarını tekrar yazıyorum. Çünkü Er’in haberi yoktur.
1. Türkçüyüz, Milliyetçiyiz, Öztürkçeciyiz.
2. Toplumcuyuz.
3. Ülkücüyüz.
4. Ahlâkçıyız.
5. Halkçıyız.
6. Köylücüyüz.
7. İlimciyiz.
8. Gelişimciyiz. (Bununla tekâmülcülüğü değil devrimciliği ve hızla kalkınmayı, ihtilâlciliği
kasdediyoruz).
9. Endüstrici ve teknikçiyiz.
Bunları ayrı ayrı izaha girişmiyorum. Çünkü fikirlerimiz müşterektir, ne demek istediğimizi biliyoruz. Şayet arkadaşlardan aydınlanmasını istiyenler varsa ayrıca yazarlar, daha fazla açıklamaya gidilir.
Bunun için hazırlanacak tüzükle, Başkan sistemi esas olarak kabul edilmeli ve ilerde bir dayanışma ve yönetim kurultayı, kurulması dikkate alınmalıdır. İlerde bu teşekkülün siyâsî bir parti haline geçebilmesi de göz önünde bulundurulmalıdır.
Ahmet Hamdi Başar’dan 15 Aralık tarihli bir mektup ve buna bağlı olarak 1 Temmuz’da 13 Kasımcılara göndermiş bulunduğu uzun bir yazı suretini aldım. Her iki yazıda da 13 Kasım şiddetle tel’in edilmekte ve 13 Kasımcıların târih huzurunda yiyecekleri kara damga belirtilmektedir. Mektupta ayrıca, yakında bir “Türkiye Kalkınma Derneği” kuracağını, bu demekle memleket aydınlarını sinesinde toplayarak en kısa zamanda Türkiye çapında bir “Kalkınma Kongresi” toplamaya çalışacağını ve bu kongre vasıtasıyla Türkiye’nin Milli Kalkınma Hedeflerini tesbit ederek bir misak-ı millî gibi ortaya koymak istediğini bildirmektedir. İlerde bu derneğin siyâsi bir parti haline geçebileceğine de işaret ederek benden bu husustaki fikirlerimi istiyor. Ben gayet kısa cevap yazarak, kendisine başarılar diledim.
Madanoğlu’nun geçen sene 17 Kasım’da yaptığı alçakça beyânâtı DP’ye mensup bir paçavra yayınladı. Bu 24 ve 25 Kasım’da İnönü ile Gümüşpala ve bunların hempaları arasında Ondörtler konusunda yapılan gizli görüşmeler ve alınan kararlara göre yapılmış bir harekettir. Madanoğlu’nun senatörlükten ve askerlikten mecburi olarak istifa ettirilmiş olmasını halk bilmediği için onu kendi arzusu ile feragat göstermiş iyi bir insan olarak görmektedir. Özdağ’ın
kardeşinin yaptığı güzel basın toplantısı, iftira ve yalanları ve CHP, AP müşterek manevrasını çıkmaza soktu ve Madanoğlu’nu, yarım ağızla ve şüphe uyandırır şekilde bile olsa, tükürdüğünü yalamağa ve söylediklerini yalanlamağa mecbur etti. Yakınlarımız vasıtasıyla Madanoğlu’nun maskesini iyice düşürmeğe çalışmalıyız.
Son.
Çok selâmlar eder, sevgi…
Not: Şimdi Şefik’ten yine mektup aldım. “Kendisinin daima açık sözlü ve açık kalpli olduğundan, bu yüzden çok şeyler kaybettiğinden bahsediyor ve arkadaşların hepsini de çok sevdiğini, fakat bunun açık konuşmasına mânî olamayacağını, bana Atatürk muamelesi yapanlardan hoşlanmak yerine, samimi tenkitleri, dinlemekliğim gerektiği, Kabibay’ın Seyhan’ı uğurlamak üzere Roma’ya geldiği ve kendisine birçok hususlarda bilgi verdiği, şahsiyetinin bizim zannettiğimiz gibi olmadığı, kendisinin de tam bir birlik ve beraberlik taraftarı olduğu” yolunda bir hayli saçma sözler yazıyor Kendisine cevap vereceğim.
Fakat Kabibay’ın hareket tarzı da çok yakışıksız doğrusu…
Ben Brüksel’de iken de, Muzaffer’in kendisine benim fikirlerimi getirdiğini, beni Napolyon olarak gördüğünü ve Türkiye’ye ayak atarsam derhal memleketin ayaklanacağını söylediğini, Baykal’ın ise beni Atatürk’e mukâyese edecek kadar saçma konuştuğunu falan ifâde ederek bize çok yakışıksız ve her türlü asıl ve esastan mahrum iftiralar yakıştırdı. Ben de kendisini bunların inanılmayacak kadar mantıksız şeyler olduğunu, hele Özdağ ve Baykal’ı tanıdığımıza göre onların böyle şeyler söylemelerine ihtimal olmadığını belirterek, düzeltmeye çalıştım. Bu sefer, Roma’da Şefik’e de bunları tekrar ettiği anlatılıyor. Sizlere bilgi için özet olarak yazıyorum. Bunlardan hiç habersiz görünerek yine Birlik ve beraberliği zahiren olsun korumaya çalışalım. Fakat diğer taraftan realiteleri de dikkate alalım.
Dost olsun, düşman olsun, nizama girmek ve millet hizmetine koşulabilmek için evvela mutlaka kuvvet görmek istemektedir. Yani kuvvet yaratarak bunları yola gelmeye zorlamadıkça, bunların ülkü yönünde yürütülmesine imkân yoktur. Çünkü inanmış insanlar değildirler. Yine bizim ülkücü grubun cazibe merkezi olarak faaliyetine çok ihtiyaç vardır.
…
(Elyazısı ile HB)
Sevgili kardeşim Er,
Her üç yavrunun da sevgi ile gözlerinden öperiz. Bize resim veya varsa hep bir arada resimlerinizi yollamanızı ricâ ederim.
Çok çok selamlar.
İmza
(Alparslan Türkeş)
***
Bu değerli mektubu tam metin olarak “Hatıralarım” kitabına alan Ahmet Er ile kitabın yayınlanmasına vesile olan Selçuklu Vakfı Başkanı Prof. Dr. Turan Güven, önemli bir hizmeti yerine getirmişlerdir. Türk milliyetçiliğinin yarım asırlık siyasî aksiyon adresi olan MHP’nin siyaset sahnesine “Dokuz Işık” adını taşıyan bir program ile çıkışını “faşizm” olarak nitelendirerek; okyanusötesi talimatlarla ilişkilendirmek isteyen milliyetçilik düşmanlarının bütün söylemlerini çürüten bu belgenin, tarihi yazmak isteyen gelecek kuşaklar için yararlı olacağına inanıyorum.
“Dokuz Işık” yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor… Herşeye rağmen…
______________________________________________
(*) Dr. Hayati BİCE, ÜLKÜ-YAZ Genel Başkanı.
İletişim: http://www.ulkuyaz.org.tr
[1] https://www.ulkucukadro.com/dr-hayati-bice-bilinmeyen-dokuz-isik-tarihi/
[2] Ahmet Er, Hatıralarım, Selçuklu Vakfı Yay., Ankara-2012, s.156-165.
[3] a.g.e., s. 161-162.
(Ahmet Er’in “Hatıralarım” kitabını yayınlayan Selçuklu Vakfı’ndan temin edebilirsiniz. GMK Bulvarı, Nu.102/2 Maltepe-Ankara, Tel: 0312-2312786)