BU DA İKTİDARIN ADALETİ
Babür Hüseyin ÖZBEK
Masanın bir tarafında Öcalan, bir tarafında T.C. var. Kazlıçeşme’de taşınan pankartlardaki sloganda: “Öcalan’a özgürlük, Kürtlere statü” yazıyor. Statü eşittir direkt veya dolaylı bölünme. Şimdi bunun hukuki cephesi, hukuki altyapısı oluşturuluyor. Bu da iktidarın adaleti.
18 Mart Çanakkale Zaferi veya diğer adıyla Deniz Zaferi kutlamaları için Başbakan bu şehre gelecek; gene esip gürleyecek. Deniz Kuvvetleri’nin ana kumanda kademeleri: Harp Filosu ve Denizaltı Filosu Komutanları ile Güney, Kuzey ve Batı Görev Grup Komutanları tutuklu. Böyle bir kutlama, bu ahvali şartta akla ve vicdana ters. İktidarın izan sahibi vekilleri, “Siz ne diyorsunuz?” Yoksa sizde eski Refah Partili A.Gül gibi mi düşünüyorsunuz?
Ülke içerde farklı, dışarıda farklı; Atina’da farklı, Ankara’da farklı, Şemdinli’de farklı, Bodrum’da farklı bir görüntü veriyor. Bu da insanları yanıltıyor; içinde yaşadığı ortamdan, yarınlarından korku filmlerini çağrıştırırcasına ürkütüyor. İktidar, iktidarı destekleyen çevreler, para babaları, şeriat özlemli-din şerbetli guruplar ve partizan–taraf basını ile maşallah yerini her geçen gün daha sağlama alıyor. Sökülmesi zor bir şekilde perçinliyor.
Bu asker ne kadarda kötü imiş! İktidarın paralelinde olmayan, onun siyasi ideallerini gerçekleştirirken çıkabilecek ne kadar engel varsa hepsini dümdüz edecek şekilde kurulan mahkemeler kötü, haksız ve abartılı kararlara imzalar attılar. İçinde intikam içeren, geçmişin hesabını sormayı çağrıştıran ifadelerle görevlerini yapıyorlar. Ana, “aşılması şart pürüzlerin temelini askerin oluşturduğu” düşünüldüğünden, tasfiye edici hukuki düzenlemeler buna göre kuruldu. Sonrada düğmeye basıldı. Bi-şekilde, haklı haksız, yazılı, bir yerlerde ismi geçen bu iktidarın görüş ve düşüncelerine ters ne kadar asker varsa toplandı, toplanıyor.
Bu yazıyı okurken eğer Silivri’ye gitmiş, davalara dışarıdan bile olsa girip takip etmişseniz başka, hiç gitmemiş, sadece gazetelerden okumuş veya televizyonlardan seyretmişseniz, gene başka bir gözle görüp değerlendireceksiniz. Mahkemelerin evrensel hukuk kurallarına göre işlemediğini göreceksiniz. Ergenekon sanığı eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un dinlenmesini istediği meslektaşı Işık Koşaner ve üç eski emekli kuvvet komutanının ifadelerine itibar edilmediğini Türk halkı gördü, yaşadı.
Aynı günlerde Bakırköy Marina’dan 27 deniz mili mesafedeki İmralı’ya, bu benim devletimi, ülkemi, bölmeye göre kurgulanmış üç militan milletvekili, lider kabul ettikleri katili görmeye, fikrini almaya, vereceği direktifleri kayıt edip uygulayıcılarına iletmeye gittiler. Yol açıldı ya, yarın gene gidecekler! Öcalan’dan aldıkları talimatla T.C’nin karşısına geçecekler. İktidarın adaleti bu!
O İmralı Adası’na gidip gelen Kıyı Emniyeti–KEMG 4 teknesinin yaktığı yakıt bu halkın vergilerinden toplanıyor. Başbakan, Adalet Bakanı ve diğer sorumlu kişi ve zevat, biliyorum bizim gibi düşünmüyor. Onlar bölerek, dağıtarak, Kuzeydoğu Anadolu kırsalında şehit düşmüş 35 bin insanımızla değil, başka şeyle tatmin olup, Erbil’i, Kandil’i, İmralı’yı, Anadolu insanına rağmen mutlu etmek istiyorlar.
Görüntü flu bile değil, karanlık. İntikam üzerine kurulu bir adalet anlayışı, ilelebet başarılı olamaz, çünkü uygulamalar çağdaş; yaşadığımız günleri de kapsayacak hukuk kurallarını içermiyor. Mahkeme salonlarından dışarılara yansıyan haksızlıklar, avukatlara reva görülen itip kalkmalardan, tutuklu ailelerinde oluşan yarınlarda ne olur korkusu, asker ailelerinde “acaba yarın benim de polis kapıma dayanır mı?” endişesi! Sayın Adalet Bakanı yukarıda oluşan ortam sizin eseriniz. Sakın ola bir şekilde tutuklanan şerefli askerlerle, İmralı’da yaşayan katili eş tutmadığınızı söylemeyin, biz görüyoruz, hareketleri seyrediyoruz ve yaşayarak Türk halkıyla beraber; “iktidar korosu”nun aldatıcı nağmelerini de duyuyoruz.
Yaşam şartlarında geriye doğru bir çekiştirme, sürüklenme var, bazı Anadolu şehirlerinden yönetimleriniz altındaki belediyeler, geriye çark ediyor, tornistan yapıyor, yasaklar koyuyor. Gidin görün, özlediğiniz Arap ülkelerinde bu uygulamalar var ve onlar bu çağın en geri toplumlarını oluşturuyorlar.
100 SANIK 99’U SUBAY
Bugün itibariyle altı ayrı yerde her cumartesi Vardiya Bizde Platformu’nun öncülüğünde, “Sessiz Çığlık” adı altında tutuklu aileleri kamuoyuna kendilerini tanıtma eylemleri yapıyorlar. Bu eylemler gayesine hizmet ediyor ve kısmen de başarılı oluyor. Ancak, özellikle Balyoz ve Ergenekon davaları kapsamında tutuklu ailelerin eş, dost ve efradı ile arkadaşları bunu destekliyor; halktan daha çok katılım sağlanmalı.
Eşim ve diğer arkadaşlarla 9 Mart 2013’teki Beşiktaş Özgürlük Anıtı önünde yapılan “Sessiz Çığlık” eyleminin 24’üncüsüne katıldık. O topluluk kırgın, kızgın ve de devletinden beklediğini bulamayan düzgün ve eğitimli insanlardan oluşmuştu. Konuştuğum kişiler sessizliğe gömülmüş gibiydiler, Balyoz’dan tutuklu Amiral Ramazan Cem Gürdeniz’in eşi Rengin Hanım’a “dava Ankara’da Yargıtay safhasında, nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?” dedim. Üzgündü, “…fazla bir beklentimiz yok” derken gene davanın avukatlarından ikisi de aynı mealde fikir beyan ettiler. En kötü şey umutsuz olmaktı.
9 Mart 2012’de 10.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 85’inci Balyoz Davası duruşmalarını takip için Silivri’ye gitmiştim. Mahkeme ara verdiğinde, çay salonunda Güllü Salkaya isimli şimdi 16 yıl hapis cezası verilen hanımla tanıştım. O tarihte tutuklu değildi ama endişeliydi. Çevresine bakarken, konuşurken, içinde bulunduğu haleti ruhiye onu belki yoruyordu. Tam bir yıl sonra kızı Gaye Salkaya’ya mikrofon verildi ve annesinin Hastal Cezaevi’ndeki tek tutuklu bayan olduğunu anlattı. Suçu, yazışmalarda adı geçiyor olmasıydı. Bir tek somut delil yoktu. Buna rağmen gene de 16 yıl hapis vermişti Silivri 10.Ağır Ceza hâkimi.
Gündem öyle dolu ki; birileri bir yerlerden hafifçe üfürüyor, o askerin üzerine fırtına olarak, çullanarak, sağanak halinde geliyor. 16 yıl geçti, 28 Şubat 1997’nin tutuklamaları başladı. 76’sı tutuklu 100 sanık var: biri sivil 99’u subay. Bu askerler ne kadar da kötüler! Nasılsa YÖK başkanı Kemal Gürüz de 28 Şubat davalarına dâhil olmuş. Fırtına daha başka dalları da kırar, budar, bu girdabın içine getirir mi, şimdilik bilinmez.
Kendinize sorun, bu bir darbe mi? Silah kullanıldı veya birilerine doğrultuldu mu? Refah Yol hükümeti zor kullanılarak mı devrildi, birkaç kişi öldü veya yaralandı mı? Yok böyle bir şey! Peki, siz devamlı neyi deşiyor, neyi kurcalıyor, Silahlı Kuvvetleri hedef alarak sonu gelmez meseleler yaratıp korku salarak, davalar açıp askerleri tutukluyor, tutuklatıyorsunuz. İktidarın burada bir rolü yok mu? Var, var! Hem de baş aktörler AKP’de.
ADALET İSTEYEN, MUTSUZ VE ENDİŞELİ İNSANLAR
Daha 10-12 sene önce devlet kanalı TRT veya özel kanallarda 13 Mart akşam haberlerinde; 3’üncü, 4’üncü, bazen de 6’ıncı 7’inci sırada, askeri talebelerin arasında yapılan temsili yoklamada biri gür, net, pırıl pırıl sesiyle, “1283” diye bağırırdı. O yarınların Türkiye’sinde iz bırakan gençleri, hep bir ağızdan “aramızda” diye cevap verirdi. 13 Mart 1901 Mustafa Kemal Atatürk’ün Harp Okulu’na katıldığı tarih olup, söylenen numara 18 yaşında kendisine verilen apolet numarasıydı. Evet, daha düne kadar anılır, halk da duyar, yeni nesiller öğrenirdi. Şimdilerde Atatürk, bayrak, milliyetçilik, Türkçe ve “adalet istiyorum” sözleri günümüzün muktedirlerine ters gelen kelimeler.
İntikam üzerine kurulan adalet anlayışı başarılı olamaz.
Türkiye’nin gündemi, her daim yüklü. Basında iktidarın egemenliği var, tehdidi var. “Batsın senin gazeteciliğin” narasının ardından Erdoğan Demirören’in “Başbakan bizim velinimetimizdir. Milliyeti kapat desin hemen kapatırım” tarzı süklüm püklüm eğilişi, 59 yıllık gazeteci Hasan Pulur’un kovulmaktan beter edilişinin üzüntüsü sürüyor. Gazetedeki köşe yazarları Hasan Cemal ve Can Dündar ne olacak, şimdilik belli değil. Veya belli de biz bilmiyoruz.
***
Kendini kabul ettirme çabası içinde olan bir Cumhurbaşkanı’mız var. Hiç net konuşmuyor. Lâfı hep dolaştırıyor, askere uzak duruyor. Gerekirse iğneliyor; bazı konuşmaları ise sanki bir yerlere yol gösterici mesaj içeriyor. İsveç Kralı XVI. Gustav’ın daveti üzerine Stockholm’de bulunduğu sırada 60 süvarili bir karşılama alayı yapıldı. Orada bir şey ağdırdı, yakışmadı. Tabi göğsüne takılan “Serafim Nişanı”na söylenecek söz yok. Stockholm Kürt bölücülerin Avrupa’daki has odaklarından biri; T.C’nin Cumhurbaşkanı oradaki konuşmalarında yeterli, doyurucu, dosta düşmana varlığını hissettiren, 76 milyonun içini rahatlatan bir tavır sergileyemedi.
T.C’nin himayesindeki Kandil-İmralı hattındakiler, araya Erbil’i de aldıklarında istenen sonuca koşarak, umduklarından kısa sürede gidecekler, menzile erişecekler. MHP ve CHP iktidara BDP’den daha uzak. Onların istekleri içinde Atatürk, bayrak, Türk kelimeleri var. İktidarın gündeminde ise her geçen gün Demokratik Özerk Kürt Yönetimi’ni bilerek veya bilmeden yapılan hizmetlerle Abdullah Öcalan’ın er- geç affedilip Ankara’ya veya Erbil’e gelişi var.
Kandil’de Karayılan, İmralı’da Öcalan, TBMM’de BDP milletvekilleri birer zafer sarhoşu gibiler. 15 Ağustos 1984’te Eruh’da başlayan “Kürt İsyanı”ndan beri geçen 29 senede kendilerine göre büyük başarı kazandılar. 21 Mart 2013’te, Nevroz Bayramı’nda, Abdullah Öcalan başarıya çok yakın gördüğü eserini, halkına yapacağı bir konuşma veya vereceği bir mesajla taçlandırmayı planlıyor. Diğer tarafta şehitler mi var, o iktidarın adaleti dışında; onlara göre açılım devam ediyor, edecek. Ve de fedakârlıklar yapılıyor, hatta “Baldıran zehri bile içmeye hazırım” diyen Başbakan’ın yaptığı ve yapacakları yetmez mi, diye de soruyor.
Sayın Erdoğan, intikam üzerine kurulu adalet anlayışı başarılı olamaz. Şu anda Türkiye coğrafyası, bir tarafta düğün, diğer tarafta ise cenaze evini çağrıştırıyor; mutsuz, endişeli insanlarla dolu.