ZORLAMA BAHAR VE “BUKRE İNŞALLAH”
Babür Hüseyin Özbek
Arap coğrafyasında 23 ülke var. Bunlardan hiç biri tabi kaynakları (petrol ve doğalgaz rezervleri hariç) herhangi bir sahada ne etkili ve ne de söz sahibi. Her yerde şiddet hakim. Bazı başkentlerde halk sürekli ayakta. Asker, polis ve halk diktatör yöneticiler tarafından birbirilerine saldırtılıyor; insanlar huzursuz, insanlar eğitimsiz. O toplumların bugün itibariyle, yarın veya uzak gelecekte istikballeri yok. Temel yapıları akla, mantığa ve bilime göre değil, sadece dine göre kurgulanıyor. Din hürriyetine, dini inançların yerine getirilmesine, hürriyetlerin sonuna kadar korunmasına evet. Ama dini bir yapı ile, şeriatla yönetilmeye hayır. İşte onları zora sokan, gelişmelerini durduran mantık, burada çağa uymuyor.
■Avrupa Birliği (AB) kalkınma programı verilerine göre 18 Arap ülkesinde 140 milyon kişi aç, yoksulluk sınırında.
■Arap Coğrafyasında halkın %19’u, günlük 2 ABD doları altında bir gelirle yaşam mücadelesi veriyor.
■Gene Arap toplumları dünya petrolünün %58’ine, doğalgazın %30’una ve tüm yeryüzü tabii kaynaklarının %35’ine sahip. İyi de neye yarar; halk yoksul, eğitimsiz ve aç.
■Ama Dubai’de Araplar önce bir New York olma, sonra da öyle yaşama sevdasındalar. Petrol bitecek, ya sonra!
■Fas-Casablanca’da yaşayan eğitimli, varlıklı Arap’ın ideali önce ailesi, olmazsa, çocuklarının Fransa’ya gidip orada yaşaması. Var mı aksini söyleyen! Arap milliyetçiliği imiş, Müslümanlık mış; o değerler onlara göre değil, yozlaşmış, törpülenmişler. Fas şehirleri, Fransız kültürünün çok yönlü baskısı altında. Mesela Fransızca yayın yapan gazeteler, Arapça gazetelerden daha çok okunuyor ve satıyor.
Türkiye’de bazı kesimler kendilerini Arap dünyasına yakın hissediyorlar. Hani biz de Müslüman’ız, ortak bir yönümüz var onu güçlendirelim; bağlarımız, kültürel ve ekonomik olarak devam etsin arzusu var. İstek ve dileklerde bulunmak güzel şeyler. Biz zaten o Arap toplumu ile asırlardır iç içe yaşamıyor muyuz? Ve hatta onlardan din etiketli kültür ithal etmiyor muyuz? Gidip Arap ülkelerini gezip dolaşın, bize ait, Türkler’ e ait, Osmanlı’dan kalmamışsa hiçbir şey yoktur. Eğer varsa da onlar için bu bir şey ifade etmez. Ve hatta çok yerde Türk aleyhtarlığı alenen yüzünüze söylenir. Bizi yönetenler, T.C. Hükümeti Arap Dünyası ile daha yakın, daha içli dışlı olsun istiyorlar. İyi de, sizdeki o istek karşıda yok, bunu neden görmek istemiyorsunuz. O toplumu oluşturan devletler, adeta “biz çağın gerisinde yaşayacağız” dercesine kötü yönetiliyorlar; insanları baskı altında ve geri bir yaşamları var. Burada Kuveyt, Bahreyn, Beyrut, Dubai, Kahire ve Casablanca… gibi bazı Arap şehirleri ölçü olmaz. Bu kentler de kendi Arap kültürleri dışında, başka, bambaşka bir batı ve Amerikan yaşam şekli onları etkilemiş, adeta darmadağın etmiş. Bu nesil ne Arap ne batılı, başka, karma, ne yaptığını bilmeyen bir insan kitlesi.
KADININ İKİNCİ SINIF VATANDAŞ OLDUĞU TOPLUM
İlk defa 1966 Temmuz’unda Savarona okul gemisi ile Trablusgarp (Tripoli), Tunus ve Cezayir’i görmüştüm, ondan sonra 2009’a kadar 43 sene değişik Arap liman kentlerini görme, oralarda yaşayan insanlarla sohbet etme ve tanıma fırsatlarım oldu. Irkı, dini ve dili ne olursa olsun kadınlar o toplumda ikinci sınıf vatandaş bile değiller. Boyunları bükük, vasıfsız birer eşya gibiler.
Bir batı ülkesi ile, mesela bir İtalya ile, bir Fransa ile karşılaştırıp yan yana koyduğunuzda, Arap ülkelerinde kadın haklarının olmadığını hemen görürsünüz. Birkaç örnekle bugüne dönelim. Gösterilerin devam ettiği Kahire-Tahrir Meydanı’na çıkan kadınlara tecavüz etmenin bir sakıncası olmazmış, Selefi Vaiz böyle diyor. Libya’da yakın zamana kadar erkekler ikinci eşlerini alırken, nikâhlı eşlerinin olurunu almak mecburiyetindeydiler; şimdi o şart kalktı. Yakında sıra 3’üncü imam nikâhlı eşe gelecek.
Gözlerinin önünü örten, peçeden bir gömlek daha berbat burkanın, Suudi Arabistan’da küçük kızlarından başlamak üzere, bütün kadınların takmasını istiyorlar. Bunlar şimdi ki Müslüman din adamlarının o ülkede talepleri.
Arap coğrafyası karışık, kaos halinde; her yerde kan var, çatışma var. Din ve devlet işleri birbirine girmiş; yönetimlerin dayanak noktalarını, idarelerin halkla ilişkilerini din orijinli prensipler, adet ve töreler oluşturmuş.
Arap dünyası deyince ilk akla gelen ülke Mısır’da yakın zamana kadar toplanma hürriyeti, fikir hürriyeti ve siyasi partiler yoktu. Halk ayaklandı, önce Hüsnü Mübarek yıkıldı, sonra yerine askeri konsey başkanı Muhammed Hüseyin Tantavi geldi. O da istediğini yapamadı, uzun vadede Mısır’ı yönetemedi. Sonra yıllar yılı teşkilatlanıp büyüyen şeriatçı Müslüman kardeşler, sözde seçimle Mısır’da yönetimi aldı. Muhammed Mursi, 1 Temmuz 2012’de 5’inci Cumhurbaşkanı olarak büyük umutlarla ülkenin arızalı dümenine geçti. Tahrir Meydanı gene gösterilere, Kahire sokakları kontrolsüz, neticesi ölümle biten hareketlerle çalkalandı.. İskenderiye’de, Süveyş’te, Kahire’de 11 Şubat 2013’te devrik diktatör Hüsnü Mübarek’in yönetimden gidişinin 2’inci yıl dönümü tekerrür etti.. Mursi ile ne değişti? Tahrir gene dolu, insanlar gene mutsuz, yarınları gene belirsiz.
Batı dünyasından etkilenen, içinde bulunduğu coğrafyanın bir istisnası var, bu ülke Tunus. Siyasi partiler, sendikalar, halka ait kuruluşlar, kısmen bilinçli. Refah seviyesi komşusu Libya’dan çok daha iyi. Alt ve üst sınıfları bağlayan, geniş bir orta tabaka var. Siyasi partiler ve sendikalar bu tabana oturmak için mücadele ediyorlar. Halkın da bir İtalyan, bir Fransız gibi yaşama arzu ve isteği dikkatle bakıldığında hissediliyor.
Arap baharı dedikleri kıvılcım ilk Tunus’ta çakmıştı. Hala çakıyor. 24 yıldır ülkeyi yöneten, Zeynel Abidin bin Ali 14 Ocak 2011’de ülkesini terk etmek mecburiyetinde kalmıştı. İlk çıkışların yapıldığı Arap baharının başlangıç mevkii, sokakların dolup taştığı günlerde iktidara gelen, şeriatçı, Ennahda (Rönesans hareketi partisi) yönetimde ama halk bu sefer, bu partiyi de, başkanı Reşid Gannuşi’nin de gitmesini istiyor. Hâl ve gidişat kötü. Solcu Yurtsever Hareketi lideri Şükrü Belayıd, sokak ortasında öldürüldü. Bu yönetim giderse, kim gelecek, onun da tabanı zayıf o da yönetemez. “Arap baharı” deniyor, öyle bir şey yok. Bu devam eden ve edeceğe benzeyen bir “Arap tufanı”
ARAP VE KÜRT HUDUD KOMŞULARIMIZ
■Bir de Arap ve Kürt hudut komşularımız var. Bunlardan Suriye’de 75 bin insan öldü. İki senedir iç harp devam ediyor. Kendisine yön veren, akıl danıştığı, dört- beş Rus danışman onu yanılttı, halâ da yanıltıyor. Bu zat, Nusayriler’le çevrili asker ve sivil, “sözde yönetici” adamlarla kuşatılmış durumda. Burnunun önünü bile göremiyor. Sadece başkan değil meslekli, ihtisasını Londra’da yapmış, göz doktoru, Oftalmoloji uzmanı, diktatör Beşar Esad; 2000 yılında babasının ölümünden sonra başa geçtiğinde halk ona, “Umut” lâkabını takmıştı. 13 senedir başta olan aynı Esad’ a, halk şimdi “ Katil” diye bağırıyor… Er veya geç düşecek ve de gidecek. Olur ya, belki Rus desteği ile Taurus’taki üs bölgesinde Nusayri çoğunluklu küçük bir devlet kurulur, o da orada kinleriyle baş başa kalır. Emperyal güç ABD, Suriye konusunda kendisinden beklenmedik bir şekilde sessiz ve etkisiz davranıyor. Suriye ne kadar bölünürse, ufalanırsa, gücünü kaybederse İsrail için o kadar iyi. Ve de hesapları şimdilik tutacak gibi görünüyor
Diğer bir komşumuz sürekli bombaların patladığı, ölü sayısının her gün 80’in üzerinde olduğu Irak. Oradan Türkiye’nin güney doğusuna “Kandil Kontrollü” ucu sivri, kabzasında “Apo” yazısı kazınmış bir kama giriyor; sağa-sola sallanıyor; hudut kararollarını, bölge şehir ve kasabalarını korku ve kan içinde bırakıyor. Yanılmayı çok istiyorum ama bu bölge, bu gidişatla, beklenenden de daha kısa sürede “toprak kayıpları” verecek. Bir tek iktidar bunu görmek istemiyor. Varsa yoksa asker aleyhtarlığı; bunu da açık veya gizli nereye kadar pompalayacak? Hiçbir iktidar ebedi muktedir olamaz. Bari adamlarınıza, basınınıza artık dur deyin; sus- yeter deyin! Adınızdaki “Adalet” kelimesine yaraşır davranın.
BU ADETLER BİZDE YOK AMA NASILSA GELMİŞ
■Hep övünürüz, hep iyi taraflarımızı söyleriz, ne olur bir de yapamadığımız, beceremediğimiz şeyleri anlatsak. Adama soruyorum kaç çocuğun var: “iki tane efendim ellerinizden öperler” diyor. Gözümün içine bakmaktan çekiniyor: “o dört tane de benim ama efendim…” belli ki kızları insan olarak saymıyor, onların esameleri bile yok. Bizim Türk olarak böyle bir kültürümüz yok. Adam önde, elinde tespih, kadın arkadan yürüyor. Bunu ben şahsen Anadolu’da çok gördüm. Bu da benim kültürüm değil. İthal, yabancı, çağa uymayan, utandırıcı bir düşünce ve yaşam şekli.
■Her şeyleri zorlama, yapmacık, “zorlama bahar” olmaz; olsa olsa böyle aldatıcı “Arap Baharı” olur. Arap kentlerinde ilk duyduğum “bukre inşallah,” yani “yarın inşallah” sözünü Tunus’ta da, Cidde’de de, Casablanca’da da, Tripoli’de de… Hep duydum. Bugünün işini bugün yapmayıp, “bukre inşallah” la yarına aktaran, ilmi ve sosyal cephesi olmayan şeriatçı yönetimlerle bahar gelmez. Sadece onları sömürenler mutlu olur. Birde silah tacirleri, din tüccarları ve siyasi madrabazlar kazanır.