İMRALI’DA, APO’NUN DÜMEN SUYUNDA
Babür Hüseyin Özbek
“İkinci İmralı barış görüşmesi” için, 23 Şubat 2013’te İmralı Adası’na T.C’nin onayı ile giden heyet, devletle Öcalan’ın bir masa etrafında oturduğunu, pazarlıkların başladığını şen şakrak ilan etti. “İmralı’nın dümen suyunda. Viya böyle. Doğru mu?” diye soruyorsunuz. “Tabii doğru! İktidar oradan yardım ummakta, fayda beklemekte. Onca atıp tutmalar, hepsi boşa gitmiş; Kandil, İmralı, PKK ve KCK varlığını ve bundan sonraki isteklerinin temelini oluşturacak halatı “sahildeki baba”ya atmıştır. Tekne salimen limana daha kolay yanaşacak. “Demokratik Özerk Anadolu Kürt Yönetimi”nin, yeşil- kırmızı- sarı PKK bayraklı, ışıklı, çakar şamandıraları daha bir güvenlikli olacak. Bu ilerleme milliyetçiler için üzüntüdür, zuldür.
BDP milletvekili, İmralı ziyaretçisi Pervin Buldan hanım Öcalan’ın kendilerine verdiği üç mektuptan birini kamuoyuna açıklamalarını istediğini söyledi. Ve mektubun mesaj içeren bu bölümünü okudu: “…Devletin elinde tuttuğu tutsaklar var. PKK’nın elinde tuttuğu tutsaklar var. PKK elindeki tutsaklara iyi davranmalı. Umarım ailelerine kavuşurlar.” diyor. Benim anladığım sıkı bir takas ve “Ben, daha sonra kısmen de kurulmuş olan Demokratik Kürdistan’ın başına geçeyim. İlk iş af, karşılıklı olacak; devamı sonra kademe kademe gelecek”, demek istiyor.
Bütün Öcalan ve Karayılan taraftarlarını alkışlıyorum. Her adımlarında başarıya biraz daha yaklaşıyorlar. Siz milliyetçiler, yani bizler kendimizi izah etmek, anlatmak Türküm, milliyetçiyim, askerim demek için veya demeden önce şöyle bir çevremizi kolaçan ediyoruz. Telefonum hep dinleniyor neden, endişesindeyiz. Yani çok konuda üzgün ve tedirginiz.
“Zor” her yerde oyunu bozar. Geçici de olsa onun dediği olur. KCK Yürütme Teşkilatı, diğer orijinal adı ile “Kürdistan Topluluklar Birliği” isimli silahlı şehir örgütü. Yürütme kurulu Başkanı Murat Karayılan. Kandil’in 100 kilometre kadar kuzeyindeki Güneydoğu Anadolu topraklarında kısmen de olsa onun sözü geçiyor. TBMM’de BDP milletvekilleri ve PKK onun kontrolünde. Silah onun elinde, “zor”u o kullanıyor. İşte mesajı: “bugüne dek İmralı’daki temaslar dışında, atılmış tek olumlu ve güven verici adım yoktur,” diyor bu zat. T.C.’yi yöneten iktidar yetkilileri İmralı’ya ve oradan gelecek iyi beklentiler içinde. Halbuki kısa veya uzun vadede ne zaman gerçekleşirse gerçekleşsin bir hedefleri var. Bunu yetki ağızlar, Kürt parti sözcüleri, hep söylüyorlar; “Demokratik Özerk Kürt Yönetimi” kurulacak. Bunun dışında çıkış yok. Eğer varsa da bunlar detay içerikli teferruatlardır.
Yoksa bilin ki sizin onlara verdiğiniz sözler, tanıdığınız haklar, bir şey ifade etmiyor. Büyük Şehir Yasası, Anayasa çalışmaları ve anadilde savunma gibi. Kandilde elinde silah tutan namlunun ucunu Anadolu’ya çevirmiş, emperyal güç ABD destekli o eşkıya güruhu Güneydoğu Anadolu’yu er geç koparmaya kararlı. Ne hikmettir hiç istenmeyen kötü akıbeti iktidarın dışında bütün toplum görüyor. Görüyor da bedelini onlar değil, onlara inanan halk kitleleri ödüyor. Hiçbir şey olmamış gibi reyini zamanı geldiğinde işareti ampul olan partiye veriyor. İşte bizim halkımız!
KOPMA, MİSAK-I MİLLİ HUDUTLARI İÇİNDEN OLMAMALI
Bir asır içinde çevremizde olan sınır hareketlerine bakın; Makedonya sorunu, Bulgar sorunu, Yunan sorunu, özetle Balkan sorunu. Gene aynı dönemde Ermeni, Suriye, Irak sorunları. Üzüldük, çırpındık, zorlandık ve hepsini de kaybettik. Şimdi Kürt sorunu var, yöntem bazı farklılıklarla aynı sonuca, koparılmaya doğru adım adım gidiyor.
Herkes kendince konu üzerinde duyarlı davranıyor. Ancak milliyetçiler, Atatürk milliyetçileri ve ülkücüler bir başka tutum ve davranış içindeler. Bazıları bu kelimeyi ufak nüans ve anlayış farkları da olsa kendilerinden ayırmak için milliyetçi değil de ulusalcılık olarak kullanıyor. Ne derseniz deyin. Sonuçta Atatürk’ün “ Ne Mutlu Türk’üm diyene!” dediği veciz sözüne çıkıyor ve o ortak noktada birleştiriliyor. Bu buluşma noktasında iktidar yok. Onlar bugünü Atatürk görüş, düşünce ve uygulamalarını İslami bir sosla, din ağırlıklı bir görüşle halka vermek istiyorlar. Muktedirler, ister İmralı ile ister Kandil’le görüşsün, ne kadar taviz verirse versin, bu şekilde Kürt sorununu çözemezler.Karşı taraf hedefi olan “Demokratik Özerk Kürt Yönetimi” kuruluna kadar istemeye, öldürmeye, büyük-küçük demeden şehirlerde KCK, dağlarda PKK, mecliste BDP operasyonlarına devam edecek.
İktidar, milliyetçileri, ülkücüleri ve ulusalcıları ile nihai karara varmadan Kürtler’le yaptığı antlaşmalar, verdiği tavizlerle sorunları sulh içinde çözüp, ülkeyi sakin bir limana demirletemez. Artık Osmanlı’nın Balkan Harbi’nde, içinde bulunduğu durumda değiliz. Ola ki güneydoğuya özerklik verilirse bunu TBMM’yi bir kenara bırakıyorum, orası iktidarın çoğunluğunda ve kontrolünde ancak Türk Silahlı Kuvvetleri ve milliyetçiler bunu nasıl karşılayacak? O gün ,o bölgede ki Kürt yönetimi Türk-Kürt çatışması olmadan, kan dökülmeden bölgeye hâkim olabilecek mi? Her şey sizin ve çevrenizin gördüğü kadar kolay bir, “vaatler ve laf kalabalığı” ile çözülebilir mi sanıyorsunuz Sayın Başbakan?
Ülkenin şanssızlığı yıllardır dirayetli, emperyal güç ABD’ye rağmen Kandil’i dağıtacak bir milli irade mecliste oluşmadı. Avrupa’daki şer yuvaları ve onların mali kan damarları kurutulamadı. Bir şekilde hep destek geldi para aktı. Örtülü ve açık siyasi destekle ABD, Almanya, Fransa, Rusya, Hollanda, Belçika ve diğer birkaç ülke de sanki koruyucu şemsiye oluşturdu. T.C. bunlara karşı koyamadı, etkisiz kaldı. Saldırılar, İran-Irak-Türkiye üçgeninde hudut bölgesinde kurtarılmış Kürt Bölgesi oluşturmaya kadar gitti. T.C.’de bu olaylar olurken, kendi ordusu ile boğuşan, onları içeri tıkan bir yönetim vardı. Değil mi? İmralı’ya II. görüşme heyeti adı altında ne veririz ve T.C.’den ne alırız, pazarlığında üç vekil “biz PKK İmralı, biz Kandil odaklı, Karayılan kumandalı T.C. devletinden maaşlı KCK’lılarız” diyemeyen ve hatta onlarla öpüşüp, dertleşen kişiler İmralı’ya gittiler. Kalemler, tespihler ve anayasa taslakları götürdüler.
Onlar başarılılar. Sürekli mevzi kazanıyorlar, rakip gördüğü T.C. ile masa başına bir katilin başkanlığında oturup, şartlar öne sürüp, bazen de “rest” manasına gelebilecek laflar ediyor, ya da sözcülerine söyletiyorlar.
KAPTAN OKTAY HOCA SİLİVRİ’DE
Üzüldüğünüz, sizde de iz bırakan günler mutlaka vardır. Günlerden 18 Şubat 2013, Silivri’de Ergenekon davasının 276.duruşması yapılıyor. 275 sanık ve 67 tutuklu var. Güneydoğu hudutlarının elek gibi olduğu, 33 kaçakçının elini kolunu sallayarak girip çıkarken öldüğü bölge bile böyle korunmuyor. Silivri’ye geliş ve sapaklar, E-5 ve TEM giriş çıkışları araç trafiğine kapalı, polis barikatlar oluşturmuş. Noluyor? Korkmayın onlar kaçmaz, hududu geçip gidecekleri yer yok. Sadece mahkemede yakınlarına moral verecekler, bu da mı korkutuyor.
Davalarda, salonda ki loş ışıkta, izleyicilerin yüzünü seçemediği hâkim Hüseyin Özese, savcı Murat Dalkuş kararlı. Ama dışarıda polis barikatını aşmaya çalışan çoğunluğu asker ve asker yakınına polis-jandarma ikilisi kötü davranıyor. O günlerin resimlerine bakın, beni üzen, bizim de 1960’lı yıllarda Heybeli’de spor hocamız olan Alman Spor Akademisi mezunu hem güverte hem makine zabiti Layn (Line), Heybeli Harp Okulu mezunu Oktay Yıldızipek hoca, polis barikatının önünde yerlere düşmüş. Uzak yol süvarisi, 1980’lerde İran-Irak Körfez Savaşı’nda Basra Körfezi’nde Hark Adası’ndan dev 100’er bin tonun üzerindeki Büyük Hun ve Büyük Selçuklu tankerleriyle Petkim ve Aliağa rafinerelerine yıllarca ham petrol çeken, bilinçli bilgili süvari. Silivri kırsalında ne hale sokulmuş, bunu yapanlar utanır mı bilmiyorum ama bir denizci, bir bahriyeli olarak üzüntüm devam ediyor. Ve o hâkimin de, o savcının da Oktay hoca kadar bu ülkeye faydalı olmadığı, olamiyacağı kanaatindeyim.
Hocam, yıllar önce Türk sözcüğünün anayasadan çıkarılabileceğini kimse düşünemezdi. O sözcük asırlarca oya gibi işlenerek oluşmuş sorumluluktu, güvenlikti ve de savunmaydı. O savunma ve ruh, ordu ve Türk kelimelerinde vücut bulur. Karanlığın en yoğun olduğu an, sabahın en yakın olduğu andır. Bu ülke İmralı’daki Apo’nun dümen suyunda gitmemeli, gitmez.