Şükrü Alnıaçık
2010 Anayasa referandumu öncesinde “statüko” kavramını Tarihi yönden irdelemiş ve “bizim için statüko=barış demektir, düşüncesini savunmuştuk. O günlerde gençlere, “adı kötüye çıkarılan statükoculuğun her zaman zararlı bir tavır olmadığını” anlatmaya çalışıyorduk. Az bile anlatmışız!..
Statüko bize ait bir kelime değil, bu konuda epeyce kafa yormuş bilim adamlarından olan Kaliforniya Üniversi rektörü Clark Kerr’ün statükoyla ilgili şu sözü bizce de makuldür:
– “Statüko, karşı çıkılamayacak tek çözümdür.” Neden böyledir? Çünkü mevcut durum değişince ortaya ne çıkacağı belli değildir. Biz bu akademik ifadeyi, “statükonun bozulmasıyla ortaya çıkacak durumun, mevcut durumu aratmayacağı ne malum” şeklinde sokağa çıkarabiliriz. “Eldeki bir kuş”la “daldaki beş kuş” meselesi yani…
Günümüz AKP iktidarını temin eden oyların yarısı kavramsal cehaletin istismarından ileri gelmektedir. Statüko, yapısal bir durgunluktur. Bazen savaşa karşı barıştır, bazen de ihanete karşı namustur. Her değişimstatükoyu bozmaz. Her yenilik statükoyu bozmaz. Her reform statükoyu bozmaz. Statükoyla problemi olanlar, yenibir statüko yaratmak isteyenlerdir.
Günümüzde tam bağımsız ulusal devletlerin ve özellikle Türkiye Cumhuriyetinin beka sorunu olmadığına inanarak AKP tarzı bir aymazlık içinde olanların Ülkücüleri irşad etme iddiası olamaz. Bugün MHP’nin statüko yanlısı bir siyaset yaparak küçüldüğü iddiasında bulunanların, bu iddianın ezber bir eleştiri söylemi olmadığını ispat etmeleri için önce Ülkücülüğün ideolojik zemini olan “devlet”in bekası için nasıl bir önerileri olduğunu ifade etmeleri gerekir.
Biz durup dururken statüko muhafazakarlığı yapmıyoruz. Kimse inkar edemez ki; “statüko değiştikçe” Türkiye’de Genelkurmay başkanı “terörist!” olmuştur. Terörist başı da adeta “düşmanı çok olduğu için korunaklı bir adada tutulan emekli bir paşa” konumuna yükselmiştir.
Liberal ezberlerle değişim rüzgarını fırtınaya çevirenler, “yeni, acer, taze…” gibi bazı kavramların toplumdaki cazibesini iyi hesaplayan toplum mühendisleridir. Türk’ün yüreğinden hiç uzaklaşmayan Milli Güvenlik kaygılarına “statükoculuk” adıyla kara çalanlar da aynı merkezlerdir.
Ülkücülük, bir memleket kaybetmek pahasına iktidar olup, makamlar, ihaleler kazanmak değil, gerektiğinde statükoyu, mesela Anayasa’nın ilk üç maddesini, devletin Türklük vasfını korumak için ölmeyi göze almaktır. Bu irrasyonel mantık sistemine “Ülkücü aklı” denir. Bu idealizm, merkantilist kamu yönetimi kitaplarına sığmaz.
Statükoya saldırıldığından beri Türkiye’de ne Müslüman Müslüman’a, ne solcu solcuya, ne Marksist Marksist’e, ne de muhafazakar muhafazakara benzemektedir. Türkiye “statükocu olan- olmayan” diye tasnif edilmiştir. Medya ve iktidar, var gücüyle statükonun değişmesi konusunda daha fazla dikkat isteyen Vatanseverleri ve Milliyetçileri itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Bütün bu kargaşanın içinde, statünün değişmesiyle olabilecekler hakkında fikir veren birkaç fotoğraf kalmıştır zihinlerde…
– İntihar eden jandarma subayları, yargılanan komandolar, “resm-î geçit” yapan PKK’lılar…
– CIA vakıflarından beslenen yazarlar ve şairler, Atlantik ötesinden seslenen papazlar ve vaizler…
– Şeyh Sait’e, Seyit Rıza’ya yapılan anma törenleri, heykeller… Aynı tablonun bölümleri…
Bu tabloyu incelediğiniz zaman yeni bir “barış”ın kurulmakta olduğunu ve birilerinin bir yerlerde “il tutmaya,” yeni bir “statüko” kurmaya başladığını fark ediyorsunuz.
– Sağlanan barış, her türlü devlet düşmanı arasındaki manidar iç barıştır.
– Sağlanan barış, oynar başlıklı sol fraksiyonlar arasındaki esrarengiz ateşkestir.
– Sağlanan barış, birbirini acımasızca “tekfir” eden cemaatler arasındaki menfaat sözleşmesidir.
– Sağlanan barış, Cumhuriyeti değiştirmek için kurulan gizli ittifaktır.
– Yaşanan sinsi ve Türksüz bir inkılâptır.
Bu durumda bize yakışan, nelerin değişeceğini Obama’ya değil, sadece yüreğimize sormak ve “ölümüne statükocu” olmaktır.