Şükrü Alnıaçık
12 Haziran 2011 seçimlerine birkaç gün kala bir MHP’li yöneticinin kaset olayına şöyle bir yorum getirdiğini duymuştum:
– “Eskiden Ülkücüleri pusuya düşürüp mermiyle vururlardı. Şimdi tuzağa düşürüp, kasetle vuruyorlar!”
Kendisine, “eskiden nerede vurulurduk şimdi nerede vuruluyoruz” diye sorma fırsatım olmamıştı. Fırsatım olsaydı “neden sürekli biz vuruluyoruz?” diye de sormazdım. Çünkü özellikle ikinci sorunun cevabını galiba ondan daha iyi biliyordum.
Ülkücüler, müstevlilerin ele geçirmekte en çok zorlandığı, “satın alınamayan” insanlardır. Bu yüzden de bir Ülkücünün hayatı, eşref-i mahlukat olduğu için kendisiyle uğraşılan Adem babamızdan da dikkatli yaşaması gerekmektedir.
Başbakanlığın da “dinlendiğinin anlaşılması”ndan sonra siyasi dinlemeler ve siyasette mahrem ortamların filme alınması konusu bir kez daha gündeme geldi. Başbakan, bir röportajında gayet soğukkanlı bir şekilde, konuyla ilgilerinin olmadığını anlatmak istercesine bunun bir “ahlaki yozlaşma hadisesi” olduğunu itiraf etti. Ahlaksızlıktan siyasi rant elde etmenin ahlaki boyutuna ise hiç temas etmedi.
Kaset olayı sadece 9-10 Ülkücüyü veya MHP’nin 2011 seçimlerindeki performansını vurmamıştır. Bir partinin yöneticilerinin aylarca izlenmesini gerektirecek bu boyutta bir siyasi operasyonun, “Ülkücü hareketi vurmaya yönelik olduğunu” anlamak, bilmek, görmek ve göstermek mecburiyetindeyiz.
Ben şahsen son zamanlarda Ülkücülerin birbirlerine düşmana edilmeyecek sözlerle sataşabilmelerinin arkasında bu “kaset olayı”nın bir hayli etkili olduğunu düşünüyorum. Ülkücü birlik, disiplin ve kardeşliğini bitirmeye yönelik bu hadise, çeşitli haklı sebeplerle enine boyuna sorgulanmak yerine maalesef halının altına süpürülmüş oldu.
Oysa bu olay,
1- Sadece Ülkücülerin halk nazarındaki itibarına darbe vurarak MHP’nin 2011 seçimlerindeki oy oranını azaltmakla kalmamış; “sivil darbe süreci”nde Ülkücü harekete yönelen bir “turuncu operasyon” olarak sürekli bir etki yapmaya devam etmiştir.
2- Ülkücülerin şuuraltında bir beyin travması gibi etki yapan bu olay, ahlaksız siyasi rakipler ve sert muhalifler için değerli bir sataşma malzemesi olarak değerlendirilmiştir.
3- Her şeyden önce bu seviyede ve yoğunlukta bir sorumsuzluk, Ülkücülerin birbirine ve genel merkezine olan güven duygusunu sarsmış. Bu sarsıntı, 10. Kurultay’da muhalif oyların tavan yapmasında bir kez daha kendini göstermiştir.
4- Kaset olayı, siyaseti tanzime yeltenen cemaate, neden diğer bazı geleneksel samimi cemaatler gibi “mert ve dürüst Bozkurtları” değil de Amerika’yla uyumlu, Vatikan’a ılımlı ve rantiyeci AKP’lileri desteklediğini, “topluma açıklama fırsatı” vermiştir.
Kaset olayı mağdurlarının suç ve ceza eksenindeki konumunu bir tarafa bırakırsak MHP’ye yönelik ahlaksız bir siyasi operasyonun parti içi muhalefet tarafından siyasi sonuç elde etmek için kullanılması da bizatihi ahlaksızlıktır. 10. Kurultay öncesinde çıkarılan “genel merkezde kasetçilere oda verildi” dedikodusunu, büyük bir ahlaksız saldırı olarak kınıyor ve lanetliyorum.
Unutulmamalıdır ki, MHP, Türk Milletinin tek umudu, Türklüğün bekasının yegâne teminatıdır. Ülkücü kimliği, “herkes satıldığında satılmayan” ahlak ve disipliniyle MHP’ye büyük bir özgül ağırlık kazandırmaktadır. Geçmişte soğuk savaşın dahili ateşi altında pek çok Ülküdaşımız kutsal bir davanın yolunu aydınlatan meşaleler oldular ve memleket için bizim için genç yaşlarında tutuşup gittiler.
Gelin düşmanı aklımızla bozalım. Düşmanın oyununa gelip, birbirimize düşmanlık yapmayalım. Şimdi düşünüyorum da… Bu kadar muhteris, bu kadar düşmanca bir iç muhalefet 70’lerde olsaydı bizim mazimiz bu kadar şanlı, ati yolumuz bu kadar aydınlık, olabilir miydi?
Siyasetimize uygundur diye Ahmet-Mehmet vurulunca sevinmek, Ülküdaşı ölümcül bir mevzi hatası da yapsa sırtından vurulunca yürüyüp gitmek Ülkücüye yakışan bir durum değildir.
Siyasi sebeplerle Ülkücülerin arasının bu kadar açılması, bu kutlu davanın aydınlık yollarına düşmanlık tohumları ekmektir. Düşman, teknolojinin sırtında sanal alemin alacakaranlığında kılıktan kılığa girmektedir.
Bugün her Ülkücü potansiyel bir gazi, adeta yaşayan bir şehittir. Ülküdaşlık hukukunu siyasi ihtiraslara kurban etmeyeceğiz. Birbirimizi bu gözle göreceğiz ve hatalarımızla birlikte birbirimizi seveceğiz. Değişen bir şey yok. Eğer Ülkücüysek, hepimiz birer Dursun Önkuzu’yuz, Süleyman Özmen’iz!…
Unutmayalım, düşman yine aynı düşman, dost yine aynı dost!.. Biz yok yere birbirimizle savaşırken “ya Dursun’u, Süleyman’ı vururlarsa!..” Yürüyüp gidecek miyiz?
Katili, merak da mı etmeyeceğiz?