
Şükrü Alnıaçık
Radikal yazarı Cüneyt Özdemir, AKP hükümetinin Abdullah Öcalan’a siyasi inisiyatif vermesiyle ilgili yazısında “MHP’nin sert çıkışı sürpriz olmadı; İmralı süreciyle ilgili yeni bir şey söylemesi sürpriz olurdu,” diyor ve AKP’nin elini CHP’den çok, oy potansiyeline ortak olan MHP’nin bağladığını “itiraf” ediyor.
Biz 29 değil, 35 yıldır evet aynı şeyi söylüyoruz ama bu bizim durgun olmamızdan değil, Güneşin parayla pulla, Amerikan baskısıyla değişmeyen mahreci gibi, karakterimizin sabit ve sözlerimizin doğru olmasından kaynaklanıyor.
Biz bir işe başlarken daima, sırtımızdaki Orta Asya motifli atlı göçebe gömleğinin, ayağımızı yere sağlam basmamıza engel teşkil edip etmediğini hesaba katıyoruz. Bilinçaltımızın haçlılara karşı giriştiğimiz uzun vadeli polemikten etkilendiğini ve bizi asabileştirdiğini düşünüyoruz. Düşünce dünyamızın surlarındaki Çin’den, Arap’tan-Fars’tan, Roma’dan-Bizans’tan mancınıkla atılan çamurların izlerini siliyoruz.
Yavuz’un hilafetinden sonra kurumsallaşan Eş’ari öğretisinin Türklerde yarattığı kreatif düşünce tembelliğini sorguluyoruz. Bu oryantal tembelliğin, sanayi devrimiyle felsefenin buluştuğu yerden neşet ederek silaha sarılmış anarşist beyinlerle başa çıkabileceğinden ise bir türlü emin olamıyoruz. Kendi havasındaki Şişli sosyetesini ise hiç hesaba katmıyoruz.
İngiliz mahreçli Tanzimat Osmanlıcılığının, Türk Milletinin nüfuslanma ve kültürlenme sürecindeki zararlarını analiz etmeye çalışıyoruz. Türklerin milletleşme süreci üzerindeki bu olumsuz etkiyi, Ziya Gökalp’le, Kemal Atatürk’le, Nihal Atsız’la, Alparslan Türkeş’le aşmaya çalışıyoruz.
Kartezyen düşünce olmadan bu kurtlar sofrasında varlık gösterilemeyeceğinin bilinciyle bu nakilci muhteremlerden milli inisiyatifi geri almaya çalışıyoruz. MHP’nin acil iktidar arzusunu tahrik eden bazı faktörler özetle bunlardır.
Bunun için, önce Osmanlı mektep ve medresesinin sonra da Cumhuriyet milli eğitiminin bütün çabalarına rağmen gönlünü Londra’ya, Paris’e, Moskova’ya, Pekin’e, Tahran’a, Riyad’a ve Washington’a kaptıran uyuşuk beyinlerle savaşıyoruz.
Para mevki, makam ve lüks hayat için parayla makale yazan ve kendi ulusal güvenliğine kefen biçen “açık toplum” fedailerini ve tabii ki “Kürt Sorunu” kelamının mimarı Birand’ın yetenekli stajyeri Cüneyt kardeşimizi de dikkatle izliyoruz.
Türkiye’nin on yılda nereden nereye geldiğini görebilen, yanlışı fark ettiği halde susan ve “asimetrik psikolojik savaş” karşısında idare-i maslahat yazılar yazan gazetecilere kızmaktan ziyade acıyoruz.
Biz temel vatandaşlık bilinci veren 20 yıllık milli eğitim müfredatının üzerine bir 40 yıl da milli güvenlik temalı ocak terbiyesi almış Ülkücüleriz. Sırf entelektüel bir katkı olsun diye doğrulardan vazgeçemeyiz.
Bugün terör Türkiye’de mevcudiyetini ABD’nin irade ve inisiyatifine bağlamış bir siyasi partinin yanlış politikaları yüzünden siyasi etkinlik kazanıyor. Dün idamdan kıl payı kurtulmuş ve Türk resmi televizyon kanalları tarafından “30 Bin kişinin katili, terörist başı, bebek katili…” olarak takdim edilmiş bir adam, çözümün en önemli siyasi aktörü olarak hükümet tarafından muhatap alınıyor. Bu siyasetin, daha önce örnekleri görülen bir “seçim yatırımı” olduğuna dair derin kuşkular bulunuyor. İhtimal ki yeni bir “Habur rezaleti”nin kapısı aralanıyor. Türkiye’yle dalga geçiliyor, millet uyutuluyor, devlete vakit kaybettiriliyor. Türkiye Cumhuriyeti, içeriden ve dışarıdan yapılan saldırılarla itibarsızlaştırılıyor.
Terörün esas amacı, “karşısına aldığı devleti itibarsızlaştırarak, isyan ettirmek istediği kitleyi itaat korkusundan uzaklaştırmak”tır. Bu durumda siyasi çözümün birinci etabı, “terörle savaşmak”tır. Terörle savaşan bir ülke, İngiltere IRA örneğinde görüldüğü gibi bu mücadele yüz yıl sürse de itibarından bir şey kaybetmez. Ama teröristle barışmak, devlet olmaktan, itaat getiren erkten vazgeçmektir.
Türkiye’yi devletsiz bırakıp, İsrail’e refakat eden bir eyalet yapmak isteyen ABD’nin, devletle hesabı olan eski Marksistlerin, Mandacıların, Sabatayistlerin, Ermenilerin ve bir gün mehdi liderliğinde “Amerika’yı Müslüman yapmayı” planlayan siyasal ümmetçilerin çözüm dediği sonuç işte budur.
Bizim fikirlerimizin “kandan beslenmek”le, “siyasi rant” elde etmekle, “terörden nemalanmak”la alakası yoktur. Bizim bilgiyle donattığımız bir fikir namusumuz vardır.
Ortada bir savaş filan da yokken… Barış, milli namus abidemiz olan devletin itibarını eşkıya sofrasına meze yapmaksa eğer…
Terörle savaşmak, bin yıl sürse de “çözümün ta kendisi”dir.