Ecevit’in her konuşmasında tahrik vardı ve her konuşmasından sonra sapır sapır dökülüyor katlediliyorduk. Başkaları ne düşünür bilmem ama benim kafamdaki Ecevit imajı tam da yukarda anlattığım gibidir. Bu imaj 1999 da gelen DSP-MHP-ANAP ortaklığında da değişmedi ve Ecevit’e ve bilhassa Rahşan hanıma asla güvenmedim, meclis kürsüsünde Ali Güngör kardeşim Ecevit’i hedef alan konuşmayı yaptığı zaman da vicdanım onun yanındaydı, onun MHP den ihracını da asla içime sindiremedim. Bu konuda parti disiplini de asla umurumda bile olmadı. Aradan geçen senelerden sonra bugün de aynısını düşünüyorum.
Eminim ki benim kuşağımdan yüz binlerce ülkücü de bu konuda benim gibi düşünmektedir.
Malatya’dan sonra Sivas’ da da Ramazan bayramının arefesinde Sivas da olaylar patladı.
Olayların sebebi Ali Baba mahallesinde pazaryerinde Alevi ve Sünni çocukların kavgasıyla başlamıştı.
Evet olaylar çocuk kavgasından doğmuştu belki ama o güne kadar gelinen gerilimin üzerine ,çocuk kavgasının sadece bir kıvılcım olduğunu da bilmeliyiz. Çocuk kavgası bir anda ideolojik kavgaya dönüşüverdi,ideolojik kavga da mezhep kavgasına döndü. Mezhep kavgası da bu memlekette asla olmaması gereken bir kavgaydı.
Olaylar iki gün devam etti ve resmi rakamlara göre 11 kişi olaylarda can verdi.
Yüzlerce işyeri tahrip oldu, yüzlerce de yaralı vardı. Sivas olaylarında devletin önleme konusunda yeterli gayreti sarfettiğini de asla söyleyemeyiz. Olaylar her iki tarafın mermilerinin bitişinden sonra yatıştı. Alınan tedbirler de olay olan bölgelerde değil Sivas’ın merkezi mahallelerindeydi.
Sanırım yukarda yazdıklarım devletin o zamanki olaylara bakışı hakkında bir fikir vermiştir.
Bence dışardan olaylara müdahale eden ve ortalıkta kışkırtıcılık yapan gizli servislerin ülke içinde de işbirlikçileri vardı. Bunu tahmin etmek için de müneccim olmak gerekmezdi zaten.
Sivas’da olanların nasıl bir bela olduğunu bizzat gördüm.
Tahrip edilen işyerleri,
Evlerinden çıkamayan insanlar,
Sokaklara saçılan ve hatta yağmalanan mallar, korkudan kepenkleri kapatılan dükkanlar o günkü Sivas da ilk görünen şeylerdi. Ve o görüntüler karşısında dehşete düştüm,burası benim ülkem mi dedim kendi kendime.
Ama o anda bilmediğim ama tahmin etmekte de zorlanmadığım bir şey daha vardı ki Sivas daha sonra olacak olaylar için bir labaratuvar idi adeta. Ülkemiz emperyalist güçler tarafından birbirine kırdırılmaktaydı ve neredeyse herkesin birden basireti bağlanmıştı sanki.
Çok geçmeden o olayların çok daha büyükleri Kahramanmaraş ve Çorum da da tekrarlandı. Sivas’da yaşananların ardından başkalarının geleceğini de düşünebilmemiz gerekirdi ama biz onu bile düşünemiyorduk.
Birkaç ay sonrasında Kahramanmaraş’da çok daha büyük olaylar patladı.
Kıvılcımı çakan, sinemaya bomba konması oldu.
“Güneş ne zaman doğacak” filminin oynadığı sinemaya bomba kondu, olayda birkaç yaralı vardı.
Film de ülkücü-milliyetçi çizgideydi.
Pol Der’li polisler olayla ilgili olarak Ökkeş Kenger(Şendiller)i gözaltına aldılar.
Basının neredeyse tamamı olayı Ökkeş Kenger’in üzerine yıktılar, Bir anda cadı avı başlamıştı sanki.
Halen de sol sitelerde olayın faili olarak onun adı yazmakta.
Ama yazmadıkları da var.
Ökkeş Kenger’in o olayla ilgisi yoktu ,sadece ülkücü camiada tanınan ve sevilen bir kişilik olması nedeniyle kendisine iftira edilmişti.
En ufak olayda o bölgenin ülkücü liderlerinin veya ocak başkanlarının ihbar edilerek olayların faili gibi gösterilmesi o zaman sık sık başvurulan bir yöntemdi.Bu yöntemi Türkiyede pek çok kere uyguladılar ve olayların esas faili olmayan pek çok günahsız ülküdaşımız bu yüzden hapis yattılar. Bunun benzeri pek çok olay yaşanmıştı o yıllarda.
Kahramanmaraş da da olan aynısıydı.
Zamanla bu da anlaşıldı ve Ökkeş Kenger bu olaydan beraat etti.
Patlamadan sonra olaylar daha da büyüdü.
Benim kanaatimce Kahramanmaraş olaylarında ne kadar gizli servis varsa neredeyse hepsinin parmağı vardı zamanla da bazı gerçekler su üzerine çıktı zaten.
Maraş’da komşu komşuyu katletti ,böylesi Türkiye’de yaşanmamıştı o zamana kadar.
En çok ölüm de Yörükselim mahallesinde oldu.
Orada ekseriyetle Alevi vatandaşlarımız vardılar.
Mahallenin girişine komünist militanların kurdukları makineli tüfek yuvaları çok can yaktı.
Ayrıca mahallelerde birçok vatandaş çocuklarıyla beraber katledildi.
Kahramanmaraş olayları Türkiye’de mezhep kavgalarının ne boyutlara ulaşabileceğinin göstergesiydi.
Ölen 109 kişinin 45 kişisi sağ düşüncede ve kalanı sol düşüncede insanlarımızdı,sonuçta olan memleketimizin insanlarına oldu.
Ortada olan şey tam bir provokasyondu.
Olaylara ilk teşhisi Ecevit hükümeti’nin iç işleri bakanı olan İrfan Özaydınlı koydu ve olayların komünist militanların provokasyonu olduğunu telaffuz etti.
Bunu söyledikten sonra da koltuğundan oldu.
Onun yerine ülkücülere kafatasçı damgasını vuran Hasan Fehmi Güneş iç işleri bakanı oldu.
İrfan Özaydınlı da CHP li idi ama eski Türk Hava Kuvvetlerinin eski komutanı olan bir askerimizdi ve tam bir askerdi.
Hasan Fehmi Güneş ise politikacıydı ve ülkücülerin katliam yaptığını iddia ediyordu. İşin tuhafı bu inancı bilgiye değil de duyumlara ve kendisinin peşin hükümlerine dayanıyordu.
İşte gerçek bir asker ile sıradan bir politikacı arasında tam da o kadar fark vardı. Asker gördüğünü açıkça söyler,politikacı da canının istemediğini görmez,olayları kendi bakış açısına göre istediği gibi görür. Bunun tek bir adı vardır o da demagojidir.
Otuz yıl sonra merak ettiğim nedir bilir misiniz ?
Acaba ölen ülkücüleri kim öldürmüştü ?
Bu konuda Hasan Fehmi beyin düşünceleri neydi?
Yoksa ortada ecinniler mi vardı.
Yıllar sonra kanaatim odur ki Maraş’da öldürülenlerin hepsi de bizim insanımızdır ve hepsinin de acısını içimizde duymamız gerektiğidir. O zaman ideolojik çatışmanın mezhep çatışmasına dönüşeceğini idrak edememiştik. Bu gerçeği ancak yıllar sonra idrak ettik.
12 eylül den sonra Maraş-Pazarcık da o zaman “Vietnam köyleri olarak anılan” üç köyde yakalanan üçbin adet ağır silah da İrfan Özaydınlı’nın olaylardan sonra söylediklerinin deliliydi. O silahların resimleri de basında yayınlanmıştı. Belli olmayan ise o köylerdeki “bir tugayı donatacak kadar” silahı tedarik edenlerin kimler olduğuydu. Asıl failler onlardı.
Aslında o köyleri silahlandıranların yukarda yazdığım gizli servislerden biri olduğunu bilmek için müneccimlik yapmaya gerek bulunmamaktadır. Ama hangisinin olduğunu bilemeyiz tabii.
Söz konusu olan karmaşık ilişkiler ağıdır demiştim.
Bu ilişkiler ağı tam da matruşka gibidir.
Hani Rus oyuncakları var ya ,bebek görünümündeki oyuncağın içinde bir başka bebek görünümünde kutu vardır,onun içinde de bir tane daha ve iç içe girmiş birçok yuvarlak tahta kutudur sözkonusu olan.
Yani gizli servis operasyonları söz konusu olduğu zaman ancak ve belki tetiği çekeni bulabilirsiniz .O tetiği çekenin ardında tetiği çektiren el onun ardında da başkası ve onun ardında da başkaları vardır.
Bu tip operasyonel olayların failleri asla bulunamamaktadır.
Bunları değerlendirmenin de bir tek yolu vardır.
Bu olay kim tarafından yapılabilir?
Ve sonucu kimin işine yarar, yani bundan kim istifade eder?
Yukardaki sorulara cevap verseniz bile doğru cevaba varmış olamayabilirsiniz.
Çünkü bir çok tarafın menfaati aynı yerde de olabilir.
Aslında onları çözmeye çalışmak bulanık suda balık avlamaya benzer. Bazen de yıllar sonra olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkisini değerlendirir ve doğruya varabilirsiniz. Ama o zaman da operasyonu yapanlar zaten istediklerine ulaşmıştırlar.
Ne dersiniz tam da matruşka gibi değil mi?
Bulanabilen matruşkanın en dışındaki veya onun bir altındaki parçasıdır ancak.
Çorum’da da aynısı oldu. Tahriklerle insanlar birbirine sokuldu 57 insanımız katledildi,mahalleler,köyler birbirinden ayrıldı. Ama matruşkanın 3. Parçasına asla ulaşılamadı.
Olaylardan önce Amerikalı bir görevlilerin bölgede araştırma yapması olay hakkında bir fikir vermektedir. Tahriklerin başlangıcı, Ramazan ayında bir caminin bombalanmasıdır. Ama tahrikleri kimin yaptığı veya kimlerin yaptırdığı asla bulunamamıştır.