Şükrü Alnıaçık
İnsanlar, mekanik tasarımlar ve siyasi organizmalar arasında dikkat çekici bir benzerlik vardır. Teknolojinin sonharikaları olan uzay gemilerini ve askeri araçları çok yakından tanımadığımıza göre bu “somutlaştırma operasyonu”nu otomobiller üzerinden yürütmemiz bize daha mantıklı görünüyor.
Türkiye Cumhuriyeti, Milliyetçi ve Laik bir inkılâp sonucunda kurulmuştur. Bu kul yapısı siyasi organizasyonu, bir fiziki mekanizmaya, mesela bir otomobile benzetebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti, “Türk Milletini çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine taşıyabilmek” için akılcılık prensibi üzerine tasarlanmış siyasi bir mekanizmaydı. Bu mekanizma, direksiyonu bizim elimizde olan hususi bir otomobil gibiydi.
Cumhuriyetçilik bu arabanın “kaportası,” Milliyetçilik “motoru,” Laiklik, kış lastikleri, İnkılâpçılık, arabaya ilkhareketi kazandıran “marş motoru…” Devletçilik “yakıtı,” Halkçılık ise manyetik “motor yağı”ydı.
Arabayı araba yapan ilk üç unsurdu. Sonraki üçlü ise arabanın hareketi, ivmelenmesi ve uygarlık yolunda ilerlemesi için gerekliydi. Vagon olmamak için can verip, kan dökmüştük.
“Devletçiliğin” yerine “Kapitalizmi” almak, benzin yerine otogaz kullanmaya benzetilebilirdi. “Halkçılığın” yerine “Liberal bireyciliği” aldığınız zaman da sentetik bir yağ değişimi yapmış gibi olurdunuz. Ancak Cumhuriyetçilik olmadan Cumhuriyet, Milliyetçilik olmadan ulusal devlet, Laiklik olmadan “dayanıklı bir vasıta” olamazdınız.
Zamanla demokrasi geldi, arabanın yağını, huyunu suyunu, direksiyon boşluğunu, lastiklerin fren mesafesini bilen emektar kaptan şoför değişti, direksiyona yeni şoförler geçmeye başladı.
Her gelen şoför, arabanın bir yerinden şikâyetçiydi. Bazı şoförlere göre kaporta artık değişmeli, Amerikan arabalarına benzemeliydi. “Federal motora ve seküler lastiklere uygun demokrat kaportanın bizim Ulusal ve laik arabamıza uyup uymayacağı” çok da önemli değildi. Yol tutuşu, fren mesafesi ve direksiyon hâkimiyeti hiç hesaba katılmadan şoförler ve muavinler kaportayı ve motoru kurcalamaya devam ettiler. Kimi anlamasa da motordan, kimi lastiklerden, kimi yakıttan, kimi de yağdan şikâyetçiydi. Arada, “ben bundan iki araba çıkarırım” diyen acar tamirci çırakları bile görülmüştü. Bir ara otomobil, “bunu söküp, Sibirya ekspresine vagon yapalım” diyen devrimci şoför adayları da gördü. Bu mağrur vasıta, sırtına kimseyi bindirmedi; ama epeyce yıpranmaktan da kendini alamadı.
Sonunda “motorsuz, yağsız, yakıtsız, lastiksiz de gideriz işallah” diyen Siyasal İslamcı bir şoför, “ben Amerika’da eyalet marka motorsuz araba gördüm” diyen Liberal muaviniyle birlikte direksiyona geçmeyi başardı.
Projeye göre kaporta vatandaşın alıştığı gibi kalacak, tekerler sökülecek, motor istop edecek, böylece yakıt ve yağ da gerekmeyecekti.
Hoyrat şoförlerin borç taktığı parçacı, “arabayı çalıştırmanız lazım, hususi araba size artık lükstür!” diye tutturmuştu. Böylece kafadarlar arabayı “turuncuya boyayıp” bir de taksimetre taktırma kararı aldılar. Ne olduysa da o arada oldu. Araba servisten çıktığında artık tanınmaz hale gelmişti. Tepesinde kocaman bir uydu anteni vardı. Direksiyon simidi, “ılımlılığı sağlayan” bir cemaat adaptörü üzerinden tepedeki antene bağlanmıştı. Mono blok gövdeli motorun yerinde 36 parçalı bir GMC motoru vardı; ancak marş motoru sökülmüş olduğu için o da çalışmıyordu.
Tekerlekler sökülmüş, öne iki tane “dinler arası diyalog” çubuğu takılmıştı. Arka tekerlerin yerinde Soros’un “açık toplum” takozları vardı. Araba, yola basmıyor, tekerler dönmüyordu; ama yolcular uygarlık yolunda mesafe kat etiklerini zannediyordu.
Bu araba, bizim arabaya benzemiyordu.
Kaptan şoför yine direksiyonu “çeviriyormuş gibi” yapıyor, araba “gidiyormuş gibi” oluyordu. “Yakıtsız, tekerleksiz, motorsuz araba mı olur!” diye bağıran yolculara da pek kulak asan olmuyordu. Hatta fazla bağıranlar, “garaja, bir sonraki arabayı beklemeye” alınıyordu.
Boşta dönen direksiyonu sallamada giderek daha da ustalaşan kaptan şoför, arada bir yolculara dönüyor, “inmek isteyen varsa garaja çekelim, biz böyle iyiyiz” diyordu. Gerçekten de bu ucube mekanizma, artık bizim “arabamıza” hiç benzemiyor; özgür Cumhuriyet otomobilinin yerinde şimdi “tutsak bir vagon” duruyordu.
“Karşı devrim teknolojisi” böyle bir şey olmalıydı. Amerika, acemi şoförlerin elinde motor indiren otomobilleri, uzaktan kumandalı birer “vagon”a çeviriyordu.
Sonra da şoför görünümlü biletçiler, direksiyonu boş yere sallıyor, “BOP Ekspresinin tutsak vagonları,” büyük bir hızla “çağdaş uygarlığın son baharına doğru” ilerliyordu.