Şükrü Alnıaçık
12 Eylül deneyiminin Ülkücü harekete en büyük faydası, bazı kavramları sorgulama fırsatı vermesidir. Devrimci solun anarşizmi karşısında sokakta vuruşmak zorunda kalan bir siyasi mekanizma, hiç şüphesiz, hızla yol alanbir otomobil gibi benzin hortumuna bakmadan da gaza basabilir, balatalarını görmeden de fren yapabilirdi. Ancak sağlıklı bir “uzun yol” için servis bakımı ve yakıt ikmali, önemli bir zorunluluktu.
Ülkücüler ve MHP, 12Eylül’le birlikte, “ülkülerinin konjonktüre ve iç dinamiklere olan mesafesi oranında” uzayan bir bakım ve ikmal dönemine girmişlerdir. Bu dönemin uzamasının bir nedeni de “soğuk savaş sonrasında tek kutuplu dünya arayışının hızlanması ve iç dinamiklerde buna bağlı olarak gerçekleşen eksen kaymaları”dır.
İllegaliteyi kutsayan Sosyalist devrimciliğin dünyadaki ağır mağlubiyetinden hemen önce gerçekleşen 12 Eylül musibeti, bizi başımıza gelen olaylarla ilgili kavramları sorgulamaya zorlamıştır.
Ülkücüler böylece:
a) Hukuk devleti ile Kanun Devleti arasındaki farkı,
b) Demokratik rejimle askeri rejim arasındaki uçurumu,
c) Meşruiyet – illegalite seçiminde birincinin her zaman avantajlı olduğunu,
d) Hukuka dayanan siyasi gücün silaha dayanan siyasi güce olan üstünlüğünü,
e) Demokratik siyasetin ve kavramların değerini öğrenmişlerdir.
MHP’nin ve Ülkücülerin, her türlü işkence, hapis, haksızlık, aymazlık, mahrumiyet ve hak gasplarına rağmen demokratik siyasetten ayrılmamasının nedeni, bu bilinçle kazanılan kanlı ve çileli tecrübelerdir.
Bugünkü AKP siyaseti, hayat verdiği “açılım,” “mozaik” gibi kavramların hukuksal meşruiyetinden değil, finans-kapital operasyonlarıyla eline tutuşturulmuş iktidarın tepesinde kalma hırsından güç alıyor.
AKP’nin bu oportünist siyaseti sayesinde, PKK’nın “illegal militarist gücü, meşru siyasi güce tahvil etme devrimi”ne doğru yol alması Ülkücülerdeki hayal kırıklığı ve nefretin en büyük nedenidir.
Dünyada Orta Amerika tipi devrimci yapılar bir bir çözülürken ve TSK’ya getirilen sorgusuz, denetimsiz illegal güç kullanma yasağı, millet tarafından makul bulunurken yabancı istihbarat örgütlerinin kucağında narkotik gelir kaynaklarıyla ve kan dökerek gelişmiş bir silahlı örgüte, bir idam mahkûmunun otoritesinde “meşruiyet kazandırılması,” tarihte ender görülen bir yıkım faaliyetidir.
Burada yıkılan sadece ülkenin bölünmez bütünlüğü ve vicdanlarda infaz edilmiş binlerce idam kararı değildir. Başta “meşruiyet, sivil demokrasi ve barışçı siyaset” olmak üzere, ilk mektep çağlarından beri öğrendiğimiz, kavga devrinin kanlı tecrübeleriyle özümsediğimiz “kavramlar” yıkılmaktadır. Kavramların bu şekilde yıkılması son derecede tehlikelidir. Biz bazı kavramlarla ağır perhizler yaparak barışmış, onları şehitlerimizin acısıyla birlikte içimize gömerek özümsemiş bir kitleyiz.
Eğer böyle “bastır iki puan al; geri çekil ve zamana oyna” taktiğiyle, Atatürk büstlerinin yerine Şeyh Sait ve Apo büstlerinin monte edileceği bir Türkiye’ye doğru gittiğimiz şüphesi, Ülkücülerin genel kanaati haline gelirse işte o zaman bu ülkede sağlam kavram bulmak son derecede güç olacaktır.
Merhum Mehmet Akif, “Allah bu millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın” demişti. Biz de diyoruz ki; “Allah, Ülkücüleri tekrar silaha sarılacak hale getirmesin!”
Çünkü Ülkücü, Asker ve Polis düşmanı değildir. Türk düşmanı değildir. Kürt düşmanı değildir. Rastgele ateş etmez. Ülkücü sadece bir bölgede değildir. Ülkücü dağda değildir. Allah’la birliktedir ve Allah’tan sonra her yerdedir.
Silahlı mücadeleyi PKK ile tanımış olanlar, terörün kendilerinden uzak dağlarda yaşayan bir yılan olduğunu düşünmekte haklı olabilirler. Ancak muhtemel bir Ülkücü teröründe asla Mehmetçik ve maaşlı polis memurları ölmeyecektir. Ülkücü gelenekte bu unsurlara kasteden bir silahlı eylem yoktur.
Muhtemelen Ülkücülerin hedefi, Osmanlı’nın şeriat ve örfle dize getiremediği, konaklarında adalet öğüten “toprak ağaları” olacaktır.
Mantıken Ülkücülerin hedefi, plazalarda nüfuz ticareti ve beşinci kol siyaseti yapan “kalem ağaları” olacaktır.
Ağırlıklı olarak Ülkücülerin hedefleri, koltuklarına yapışarak, ülkenin yavaş yavaş el değiştirmesine seyirci kalan “siyaset ağaları” olacaktır.
Ülkücüler, silaha sarılırsa önce “ihanet ve dalalet” sonra da “gaflet” vurulacaktır.
32 yıldan beri kan kussalar da “meşruiyet”ten asla ayrılmayan, sivil demokrasiden taviz vermeyen, hukuk devletine sadakatle bağlı Ülkücüler hakkında,” bölücüdür, PKK’dan da zararlıdır,” gibi hikmetler yumurtlamayı barışa hizmet zanneden hıyanet ehlinin bir an önce aklını başına toplamasında ve memleketin öz sahiplerine saygıyı elden bırakmamasında kendileri için büyük fayda vardır.
Unutulmasın ki Ceza Hukukunun ölümlü davalarında bile “meşruiyeti” tartışılmayan “nefsi müdafaa” hakkının, Kamu Hukukundaki karşılığı “nüfusu müdafaa” hakkıdır.
Baştan söyledik… Kavramlarla oynamak tehlikelidir…