Şükrü Alnıaçık
Gençliğin siyasi hareketlerdeki değeri, sandıktan çıkan oylar kadar “kolay hesaplanabilir” değildir. Ancak NAZİgençlik örgütlenmesinden ve Sovyet Komsomolundan bu yana özellikle kalıcı egemenlik arayışında olan ideolojik siyasi hareketlerde gençlik, sahadaki dinamizmin ve siyasi geleceğin en önemli güvencesi olarak görülür.
Siyasette genellikle “gençlik olmadan olmaz” hükmü kabul görür; ancak bu hükmü veren orta yaşlılar, gençlerinprovokasyona açık heyecanlarından ve deneyimsizliğinden rahatsızdır. Bu yüzden de Nazilerin veya Kızılların aksine sandıkla sonuca gitmek isteyen siyasi partiler için mantık ve tecrübenin yerine duygu ve heyecanlarınetkili olduğu gençliğin makul bir denetim altında tutulması önemli bir ihtiyaçtır.
Gençlere dünyevi bir ideal uğruna dağ başında ölmek yerine dolgun maaşlı bir masa başı görevi vermeyi vaat eden kapitalistler kendi gençliklerini sevk ve idare etme konusunda daha avantajlıdır. Gençlik için en güçlümotivasyon ise ahireti de kapsayan kutsal ideallerdir.
Gençlik dinamizminin, özgürlüğün ve eylemselliğin “araç mı yoksa amaç mı?” olduğu sorusuna henüz doyurucu bir cevap verememiş olan sosyalistler ise Türk halkına güven veren bir orta yaş siyasi örgütlenmesini başarıyla ortaya koyabilmiş değildirler. “İşçi” kelimesinin arkasında boy gösteren Sosyalistlerin Türkiye rekoru, 27 Mayısa yaslanarak, 1965 seçimlerinde 15 milletvekiliyle meclise girmek olmuştur.
Dinimize göre kemal (olgunluk) yaşı 40’tır. Ayrıca doğu ve batı masallarında yaşlılıkla bilgelik arasında güçlü bir korelasyon vardır. İyi bir siyasetçinin uzun yaşaması için monarşi dönemlerinde yapılan “padişahım çok yaşa” veya “Tanrı kralı korusun” gibi dualar, toplumun muhayyilesinde siyaset yaşı ortalamasını sürekli yüksek tutan tarihi etkenlerdir. Seçmen, kendi muhakemesi ve bilincinde de “gençliğinde hata yaparak olgunlaştığının” farkındadır. Bu nedenlerle gençlik, siyasette her zaman parlak bir vitrin değildir.
68’li Kılıçdaroğlu, solu toparlama kaygısıyla yine CHP’nin vitrinine kavgayı, molotofu koyma hatasına düşerken başbakan da ya cehaletinden ya da tecahül-ü arif sanatına yatarak, “uzaya Türk uydusu gönderirken taşlanan mağdur başbakan” oyununu sahneye koymaktadır.
ODTÜ’nün gelmişini geçmişini, sadece Ülkücü hassasiyetiyle takip eden bir eğitimci olarak ODTÜ’de yaşanan olaylara doğru yaklaşıldığından emin değiliz. Başbakanın “hocaları bunlara molotof kokteyli atmayı mı öğretiyor?” cümlesi, uzaya uydu gönderen bir başbakanın ağzından değil de kelime işlemcisi kısa devre yapmış bir uzaylıdan çıkmış gibi görünüyor. Atlantik icazetiyle kazanılan sandık hakimiyetinin verdiği aşırı güven duygusu başbakanı, 1780’lerin Marie Antoinette’i durumuna düşürüyor.
1960 darbesini yapan “Takrir-i Sükun kuşağı” Kemalist subaylar, giderek hilafet sevdasına doğru savrulan merkez sağın sandık hakimiyetini, Yargı, Basın, Üniversite ve gençlikle dengelemek üzere NAZİ karşıtı 1949 Alman anayasasını iyi okumuş ve epeyce etkilenmişlerdi. Bu etkilenmenin konumuzla ilgili olan sonucu, Erdal İnönü rektörlüğünde, bahçesinde Deniz Gezmiş’in silah talimi yaptığı bir ODTÜ manzarasının ortaya çıkmasıdır.
12 Mart Muhtırasıyla alınan tedbirler, 1974’te çıkan “Rahşan affı” nedeniyle akim kalınca ODTÜ’de marjinal solun hakimiyeti bir gelenek halini almış oldu.
Başbakan’ın bugünkü Messi hayranı genç “İddaa”cılar gibi Afgan ligindeki Hikmetyar haberlerini kovaladığı o soğuk savaş yıllarındaki Üniversite Yerleştirme Sınavlarında Diyarbakır, her yıl toplu halde “Türkiye Birincisi” oluyordu. Bu şikeli, toplu kopyalı skorun konumuzla ilgili sonucu, 150 Maocu Kürtçü’nün ellerinde sopalarla 8.000 kişiye topluca slogan attırdığı bir ODTÜ manzarasının ortaya çıkmasıdır. Ülkücülerin bu komploya karşı Rektör Prof. Hasan Tan’la yaptığı “yüksek işçilikli” savunma ne yazık ki yeterli olamamıştı.
1980’li ve 90’lı yıllarda özel eğitim sektörüne hakim olan eski TÖB-DER’li dershaneciler, yıllarca ODTÜ’yü 68’lilerin çocuklarına “ilk tercih” yaptırdılar. Sonradan bu yarışa cemaat dershaneleri de katıldı. PKK, ODTÜ’nün bu münbit ideolojik yapısını dikkate alarak bu okula özel takviyelerde bulundu. Kısacası ODTÜ’de ortaya çıkan bu manzara, Türkiye’nin son 50 yılında yaşanan ideolojik sarsıntıların toplu bir sonucudur.
Bizim yapmamız gereken, bilgi ve tecrübeyle heyecan ve dinamizmin bize özgü bir sentezini yaparak Ülkücü gençliği hadiselerin dışında tutmak ve Türkiye’nin geleceği olan gençlerimizi, maceracı solun provokatif azgınlıklarından koruyarak vitrinimizi temiz tutmak, sandığa ve geleceğe sahip çıkmaktır.
Devlet Beyin “Ülkücü gençliğin elinde silah değil, bilgisayar olacaktır!” cümlesi, bu değerli bilgi birikiminin sağlam bir özetidir.