Bu arada belirtmek istediğim bir husus daha var, CIA ise Türk istihbaratı ile zaten ortak hareket ediyordu,bunda da soğuk savaş ortamının çok etkisi vardı. Yani Türk devletinin sırları CIA tarafından biliniyordu. Zira Türkiye Nato üyesiydi.
Ne kadar kötü bir durum değil mi?
Türkiyede bazı olaylar vardır hala bunların müsebbibi bulunamamıştır. Bunların başında da 1 mayıs 1977 olayları gelmektedir .Evet orada gizli servislerin bir parmağı olabilirdi ve hatta meydandakilerin de bir kısmı Sovyet taraftarı değiller miydi?
Bunu kim inkar edebilir.
O gün meydana ateş edenlerin de kim olduğu belli değildir bugün ama onların da birbirine geçmiş girift ilişkiler ağının içinde olmadıklarını iddia edebilir miyiz.
Veya meydandakilerin birbirine silah çekmediğini de aynı şekilde iddia edebilir miyiz?. Olayları istihbaratçılar gibi düşünmeye çalışarak değerlendirmeye çalışırsak şu soruları sorarak sondan başa gitmemiz gerekir.
Sonuç kimin işine yaradı ve bu olaylardan kimler kazançlı çıktılar.
Bu arada bu mantığı da televizyonlarda Mahir Kaynak’ tan duyduğumu
da belirtebilirim. Dinlediğim zaman bana çok mantıklı gelmişti halen de öyle geliyor.
1 mayıs 1977 Taksim olayları bu olaylardan sadece biridir ve bu şekilde verebileceğimiz çok örnek de vardır.
O günlerden bahsederken o günlerde memleketimizde bulunan ve ikili anlaşmalarla konuşlanan Amerikan üslerinden de bahsetmeden geçemeyeceğim.
Amerikan üslerinin başlıcaları Karamürsel,Ankara Sinop,Ünye ve İncirlik gibi yerlerde idi ve o üslerin çoğu Sovyetlere karşı dinleme ve izleme görevi yapıyorlardı.
Yani Amerikan istihbaratı bu ülkede bu kadar etkiliydi.
Şimdi o üslerden bir tek İncirlik var Türkiye’de ve onun da kapanması gündemde. O zamanın Komünistleri Amerikan üstlerine karşı çıkıyorlardı,bu çok doğruydu ama Stalin in bizden boğazları istediğini de görmemezlikten geliyorlardı.
Onların görmezden geldiği “Stalin in Boğazlarda hak talebi”ni ve Kars ile Ardahan’ı geri istemesini hatırladıkça ister istemez kendinize”Bunu görmeyenler acaba kimden taraf ?” diye soruyorsunuz., cevabı da “elbette Stalin’den” taraf oluyor.
Aslında Türkiye Nato nun kucağına Stalin tarafından itilmişti. Ve ayrıca solun görmemezlikten geldiği bir şey daha vardı ki Türkiye ile Rusya arasında yapılan savaşlardı ve Sovyetler de Rusya’nın ta kendisiydi.
Komünizmi de kendi ideolojileri olarak yani milli menfaatlerine varmak için araç olarak kullanıyorlardı. Bu safdil düşünce sahipleri kendi ideolojik anlayışlarının milli menfaatlerin önüne geçtiğini zannediyorlardı ve belki de bu anlayışları ile dünyadaki solcular arasında tek idiler.
Solun görmemezlikten geldiği başka şeyler de vardı,onlar da Rus hegemonyasına direnen Macarların 1956 daki isyanları ve Rusların Çekoslovakyayı işgali idi.
“Türkiyeli sol ,bu iki işgal sırasında da işgalcilerden yana tavır koydu ve Sovyet işgallerine açık destek verdi. Beni esas kızdıran da bu “Türkiyeli” tabiridir yani hasbelkader Türkiye’de doğmuş dünya vatandaşı haymatlosları çağrıştıran anlayıştır bu zihniyet.
Çekoslovakya’nın işgalini kınayan İtalyan ve İspanyol komünistleri kadar bile olamadılar. Onlar da komünisttiler ama her şeyden önce kendi milli menfaatlerini ve tabii ki kendi ülkelerini düşünmekteydiler.
Bu arada TİP lideri Mehmet Ali Aybar’ı anmadan edemeyiz. Türkiye’de
solun içinde Çekoslovakya işgaline karşı çıkan birkaç marksistten biriydi.
Mehmet Ali Aybar ve onun gibi düşünenleri de yukarda yazdığım “Türkiyeliler”den ayırıyorum bunu da belirtmeliyim.
Aybar Çekoslovakya’daki Sovyet işgalini kınamasının bedelini de ödedi. İlk kongrede TİP genel başkanlığından indirildi ve yerine Moskova çizgisindeki Behice Boran getirildi.
İşte “Türkiyeli sol”un hali buydu.
Türkiye solu vardı ama kendilerine hiçbir zaman Türk diyemediler ama Atatürk’ün arkasına saklanmayı da ihmal etmediler.
Türkiye’miz “iki arada bir deredeydi” yani.
21. yüzyılın ilk yıllarında da öyle değil midir?
Bunu en son yaşanan Rus Gürcü savaşında da gördük ve halen de görmekteyiz. Şu anda bile tam manasıyla devlerin tepiştiği ortamda ikisinin arasındayız.
Soğuk savaş ortamı da bazı farklar dışında hemen hemen böyleydi şimdiki ortamla en büyük benzerliği de gizli servisleri dünyada en etkili olduğu yerlerden birinin de Türkiye’miz oluşuydu.
Gizli servisleri anlatırken MOSSAD’ ı anlatmamak olmaz.
Mossad’ ı sadece bir gizli servis olarak görmememiz gerekir. Onda dünyanın her tarafına dağıtılan yahudi toplumunu bir arada tutan siyonist idealleri, Yahudiliğin inanç sistemini,toplumsal örgütlenme modelini ve “Bir sonraki yıl Kudüs de buluşma “
inancının tamamını görebiliriz. Yukarda yazdığım anlayışın ve bu düzenin Yahudi toplumunu binlerce yıl ayakta tuttuğunu da hepimiz bilmekteyiz.
Yani Mossad ın hamurunda ibrani teşkilatlanmasının ve Yahudi şeriatının
ideoloji haline getirilmiş olan yapısının olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Bugünün Mossad’ ının arkasında Küresel Yahudi sermayesinin maddi gücünün ve İsrail ve hatta Amerikanın teknolojik gücünün olduğunu da biliyoruz.
Mossad dünyadaki gizli servisler arasında operasyonel gücü en fazla olanıdır ve yaptığı intikam operasyonları ile ünlüdür. Bu operasyonların en çok bilinenleri ise
Entebbe baskını ile 1972 Münih Olimpiyatlarında öldürülen İsrailli sporcuların katillerinin teker teker öldürülmesidir. Onlar dökülen kanlarının ve intikamlarının peşinde koşan ve kanlarını yerde bırakmayan bir anlayışın temsilcileridir.
Hatırlayamayanlar için “Entebbe baskını” bir rehine kurtarma operasyonudur ve Uganda’nın Entebbe havaalanındaki İsrail uçağında tutulan rehineler İsrail operasyonu ile kurtarılmışlardı ve operasyonu yapan ekip de Uganda’ya haber verilmeden başka bir uçakla gelmişti. Yani tam bir baskındı ve dünyaya örnek gösterilecek ölçüde de başarılıydı.
Mossad’ın Filistin’de ve dünyanın başka yerlerinde daha bir çok intikam ve cezalandırma operasyonu vardır. Bunun örneklerini halen de yaşamaktayız. İnsanları zehirlemekten, nokta saldırılarına kadar her operasyonu başarıyla yapabilecek bir gücü vardır bu örgütün.
Bunları anlatmamın sebebi yukardaki diğer istihbarat örgütlerinin arasında bizim coğrafyamızın içinde oluşu ve aynı zamanda da en tehlikelisi oluşudur.
Kürdistan projesi ise bir İsrail projesidir, Barzani ve Talabani de Amerikan ve daha çok İsrail piyonlarıdır. Bunun anlamı, Irak da İsrail ve Amerikanın yan yana duruşu ve bu duruşun ülkemizin milli menfaatleri ile zıt oluşudur. Bu menfaat birliği hem Ortadoğu’daki Amerikan çıkarlarını İsrail vasıtası ile korumakta aynı zamanda da İsrail devletinin güvenliğini sağlamaktadır.
Tabii ki hesaplanan budur.
İsrail bayrağında bulunan paralel iki mavi çizgi iki nehri simgelemektedir.
Bunların biri “Nil “ diğeri de “Fırat” dır .
Yani İsrail devletinin nihai hedefi “Nil ‘den “Fırat” a kadar bir toprağa sahip olmaktadır.
Nil Mısır ‘dadır Fırat ‘da Türkiyede’dir. Yani ‘uyuyanları uyandırmak için söylüyorum”hedeftekilerden biri biziz”
Uyanık olmamız lazımdır. Bunun da ilk şartı da Kurtlar sofrasına oturtulduğumuzu, ve üzerimize oynanan oyunları bilmemiz gerektiğidir.
Bu oyunları bilmeden dün çıkarılan siyasi kan davalarının sebeplerini anlamamız mümkün olamaz. Bugünü ise hiç anlayamayız.
Bir de İngiliz gizli servisi var M I 5 ve M I 6 olarak iki bölümdür onlar da ve majestelerinin emrindedirler. Bugün için belki geçen yüzyıl başındaki kadar etkili görünmeyebilirler ama aslında kazın ayağı öyle değildir.
İngiltere geçmişteki kadar askeri ve maddi güce sahip olmasa bile geleneksel devlet ve siyaset anlayışı ile dünya siyasetinde her zaman etkili olmuştur.
Bugün Amerikanın yanında Ortadoğu coğrafyasında enerji kaynaklarının
kontrolünü sağlama işinde beraberdirler ama Amerikalılardan bir fazlası vardır İngilizlerin, o da siyaseti ve sömürgeciliği Amerikalılardan çok daha iyi bilmeleridir. Yani İngilizler Emperyalizm dersinin ordinaryüs profesörleridir.
Ne kadar iyi bildiklerinin de sayısız delilleri vardır , bunlardan en bariz olanları da Ortadoğu’da ve bilhassa Afrika’da sınırları kalemle ,masa başında
çizilmiş olan sun’ i devletçiklerdir. O kalemlerle milletler birbirinden ayrılmış, sun’ i
sınırlar çizilmiş ve milletler yutulmaya hazır küçük lokmalara döndürülmüştür. Bence
Amerikalılar ‘ın akıl hocaları ve üstadları İngilizler’ dir.
Ama İngilizler bu işte o kadar ustadırlar ki aman zaman müttefiklerini de açığa düşürebilmektedirler.
Ne de olsa yüzlerce yıllık tecrübedir söz konusu olan.
Amerika’nın ise devlet tecrübesi sadece 200 yılla sınırlıdır. İstihbaratlarının temelinde de teknoloji vardır. Teknolojiyi kullanmayan terörist örgütler de Amerikan istihbaratını kolaylıkla devre dışı bırakabilmektedirler. 11 eylül de çökertilen ikiz kuleler de bunun açık delilleridirler.
70 li yılların Türkiye’sinde Suriye gizli servisi “Muhabberat” ve İran Şahı’nın gizli servisi “Savak” da son derece etkiliydiler.
“Savak” o yıllarda dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiyede de rejim muhaliflerinin peşindeydi. Rejime muhalif olanlar da ,Siyasal İslamcılar,Marksistler,
Türk Milliyetçisi Azeriler ,Cumhuriyet taraftarı laikler idiler. Bu muhalifler iç içeydiler,
birbirleriyle kavga etmedikleri gibi bazıları Türkçü marksistler veya İslamcı marksistler diye de adlandırılabilirdi. Daha önceki bölümlerde de yazmıştım, biz onları anlayamazdık o düşünceler bize ters gelirdi çünkü. Ama Şah rejiminin muhalifleri,Şah karşıtlığı ortak paydasında yanyana durmayı becerebiliyorlardı. Bence bunun sebebi de Şah rejiminin muhaliflerine uyguladığı zalim ve ağır baskılardı. Şah rejiminde ana ceza “idam”dı tıpkı bugünkü molla rejiminde olduğu gibi başka bir deyişle onların geleneklerinde idam vardı.
Bugün ise Ortadoğudaki “Baasçılık” gibi fikri sistemleri anladıktan sonra onları daha iyi anlayabiliyorum .
İran şahının en çok çekindiği ise Türk asıllı İranlılardı ve İran nüfusunun yarıya yakın bir dilimini oluşturuyorlardı. Bu arada onu da belirtmeliyim İran Türkleri yalnızca Azerilerden oluşmamaktaydı,içlerinde Türkmenler,Kaçay lar gibi başka boylar da mevcuttu.
Şah Pehlevi Mollaları ise parayla satın aldığını zannederek kendisini
kandırıyordu ama bunu daha sonra anlayacaktı. Mollalara yenilgisinin ana sebebi de
ordusunun “Şah’ın ordusu” olmasıydı yani İran halkının ordusu değildi.
Bir de Suriye var tabii ki.
Onlar da sünni çoğunluğa zorla hükmeden bir Alevi rejimidir ve bugün de öyledir. Temellerine de Arap sosyalizmi olan “ Baas” ideolojisidir. Yukarda da yazdığım gibi Arap milliyetçiliği,Sosyalizm ve İslam Baas rejiminin sac ayaklarıdır. Kendi rejimlerine Arapça “El-İştirakıyya” diyorlardı ,Mısır ,Suriye ve Irak de etkiliydiler o zamanlar. Bugün etkilerini hayli yitirmiş olmalarına rağmen BAAS ‘çılık ideolojik yapı olarak İhvancılar ile beraber Arap dünyasının iki büyük fikir hareketinden biridir.
İhvancılık denen “İhvan-ı müslimin”(Müslüman kardeşler ) grubu da Arap dünyasında bugün de çok etkili olan bir harekettir. Gazze şeridindeki “Hamas” ın kökleri de İhvancılara dayanmaktadır. Bunlar siyasal İslamcı gruplardır.
Her neyse konumuz İhvancılar değil.
Suriye Hatay’ın anavatana katılmasını hiçbir zaman hazmetmedi ve haritalarında Hatay’ı Suriye sınırları içerisinde gösterdi. Bununla da kalmadı Türkiyede ’ki komünist ve Kürtçü militanlara silah ve askeri eğitim dahil her türlü desteği verdi. Türkiye’yi karıştırırlarsa bundan yola çıkarak Hatay’ı bizden koparmanın hesabını yapmaktaydılar akıllarınca ama hiçbir zaman kullanılanlardan olmaktan öteye de gidemediler.
Onların gizli servisleri “El Muhabberat” ise 70 li yılların Türkiyesinde iş başındaydı. Türkiyeli teröristleri eğitmekle kalmıyorlar,güney illerimizdeki Arap asıllı Türk vatandaşları arasında da faaliyet gösteriyorlerdı, ama bu faaliyetlerde hiç başarılı olamadılar. Arap asıllı insanlarımız Suriye rejimine hep şüphe ile baktılar, kendi halkına katliam yapan bir rejime de güvenmediler. (Suriye’deki Esat rejimi kendi şehri olan Hama’da onbinlerce vatandaşını katletmişti çünkü.)
Onun için de hiçbir planları tutmadığı gibi İsrail karşısında da kendi topraklarından oldular.
O zamanki Suriyenin de dost ve müttefiki Sovyetler birliği idi.
Tıpkı Bulgaristan gibi.
Yani Türkiye Sovyetler ve peykleri tarafından üç taraflı kuşatılmıştı.
Desteklerini direkt olarak vermiyorlardı. Her türlü askeri eğitimler Suriye kontrolünde olan Lübnan’ın Bekaa vadisinde veriliyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları da orada eğitim alıyordu,Abdullah Öcalan ve militanları da.
Bu durum 90 lı yılların sonuna kadar devam etti.
Türkiyenin restini göze alamayan Suriye yönetimi sonunda pes etti.
Bugünün Suriye’sinin ise Türkiye’ye ihtiyacı vardır ve onun için ortada dostluk görüntüleri vardır. Bu kimseyi aldatmamalıdır. Zira uluslar arası ilişkilerde dostluk veya düşmanlık olamaz,söz konusu olan milli menfaatlerin uyuşup uyuşmadığıdır.
Birbiriyle uyuşan şu anki menfaatlerimizdir,yarın bu durum tamamiyle tersine dönebilir. Yani dış ilişkiler böylesine kaygan bir zeminde bulunmaktadır.
Gizli servislerden bahsederken o zamanki Sovyetlerin Türkiye’yi kuşatan üçüncü ortağı ve uydusu olan Bulgaristan’ı da anmadan geçemeyiz. Türkiye’yi birbirine kırdıran silahlar ülkemize Bulgaristan üzerinden pazarlanmıştır. Bulgaristan alenen bu alışverişin içindeydi.
Devam edecek