Tarih, insanlardaki siyasi tavır ve ideolojik eğilim farklılıklarının filizlendiği bir tarla gibidir. Bugünkü siyasi çeşitliliğin ve çatışmaların nedeni, tarih tarlasına düşen tohumların ve filizlenme aşamasındaki çevre şartlarının birbirinden farklı olmasıdır.
Tarihteki yaşanmışlıklar, 1970’lerde gençlerin ideolojik yelpazedeki yerini belirleyen önemli bir faktördür. Ülkücülerde Osmanlı’ya sadakat ve tarihe bağlılık temeli üzerinde tezahür eden “askeri” ruh halinin kodlarını Osmanlı Tımar Sisteminde aramak gerekir.
Osmanlı Devleti, tüm dairelerine nüfuz eden “âleme nizam verme” şuuru içinde siyaset üreten “askeri” bir devletti. Öyle ki eline hiç silah almasa da “askeri” sınıftan olan devlet memurları yüzyıllarca Tımar sistemi içinde vergiden muaf tutulmuş; kendilerine tahsis edilen dirliklerin vergi gelirleriyle geçimlerini sağlamışlardı.
Bu sistemin içinde savaşa ve orduya dair muvazzaf işleri tanımlamak için ise “eşkinci” terimi kullanılmıştı. Böylece sadece sipahiler değil, kadılar, müftüler hatta posta tatarları bile savaşmadıkları halde “bu askeri sistemin askerleri” sayıldıkları için görev başında ölmeleri halinde onlar da şehit sayılmışlardı.
Avrupa’daki soylular sınıfı gibi vergiden muaf olarak vergi gelirleriyle görev yapan “Tımarlı sipahilerin, Akıncıların ve Kale Muhafızlarının” devleti kendisine yakın, kendisini de devlete ait görme ve ona sahip çıkma iradesi, gayrimüslim ve devlet umurundan yoksun tebâya oranla daha yüksektir. Bu devlete bağlılık ve savunma hizmetlerine yatkınlık iradesi, her millete nasip olmayacak bize özgü bir “bağışıklık sistemi”dir. Ülkücü üreten bu sistem tarihte oluşmuş ve alacalı günlerde askeri, mülki ve dini otoritelerin emrindeki Efeler, Zeybekler, Seymenler ve neticede “Kuva’y-ı Milliye” olarak tezahür etmiştir.
Bu sistemin oluşmasında Osmanlı Tımar askerine ortalama olarak 30 yılda bir gelen savaşları önemli bir kültürlenme faktörü olarak görebiliriz. Ancak hiç savaş olmasa bile Tımarlı Sipahilerin barış zamanı, bugünkü jandarma gibi güvenlik hizmeti vermesi, Anadolu ve Rumeli’de her zaman 200.000 kişilik bir kitlenin milli teyakkuz halinde olmasını sağlamıştır. Özellikle problemli İran sınırında güvenlik hizmeti veren ve bugünkü korucu sisteminin temeli olan “Müstahfız Tımarları” ile Moskof mağduru “Kafkasya gazileri” bu sayıya dahil değildir.
1500 ile 1800 yılları arasında pek değişmeyen bu sayının bugünkü demografik karşılığını bulmak için nüfus artışıyla orantılı olarak bu rakamı 15’le çarpmak gerekir. Bugünkü rakamlara göre Türkiye’de yaklaşık 3 milyon neferin “her an savaşa hazır birer jandarma gibi” yaşadığını düşününüz. 70’lerde “ülkücü üreten kültür”ün yakın tarihteki kaynağı burasıdır. Metropollerin ve özellikle Tımar sisteminden uzak, Yeniçeri koruması altında yaşamış İstanbul’un Ülkücü üretmede pasif kalmasının nedenlerini de burada aramak gerekir.
Buna karşılık:
a)- Tımar sisteminin vergi mükellefi (reaya) sınıfında kalarak, Osmanlı dağılma döneminde iltizam usulünün yaygınlaşmasıyla umumi fakirlikten ve vergiden yılmış olanlar,
b)- Kendisine dirlik verilmeyen açık ve gizli gayrimüslimler,
c)- Osmanlı’yla etnik veya mezhepsel hesabı olanlar ise daha çok sol gruplara intisap etmişlerdir.
Cumhuriyet, Osmanlı enkazı üzerinde kurulduktan sonra Demokrasiye geçildiğinde bu sosyo-kültürel altyapı, kitlesel demokratik tepkileri de etkilemiştir. Solculardaki isyan ve eşkıyalığa meyilli, hep devletten bir şeyler koparma ve sürekli daha yukarı çıkma arzusunu, ideolojik olarak tarihten ve “askeri gelenek”den beslenen Ülkücülerde görebilmek mümkün değildir.
Liberallerin, Ülkücülerdeki Tımarlı Sipahi, Akıncı, Müstahfız ve Gazi kültürünün ideolojik kompozisyonuna, “devleti kutsamak” gibi faşizmi çağrıştıran bir hüküm vermeleri, cahillik ve kolaycılıktan başka bir şey değildir.
Ülkücülerin sahip çıktığı ve kutsal saydığı devlet, başta namusumuz olmak üzere Türk’ün kutsallarını koruyan devlettir. Ülkücüler devlete bunun için önem ve kutsiyet atfederler. Bu devlet, sivil memurları dahi görevi başında öldüğü zaman şehitlik mertebesine ulaşan “askeri devlet”tir.
Soğuk savaş sonrası “turuncu devrim” rüzgârlarından etkilenerek, “devleti sivilleştireceğiz” diye yola çıkanlar, yukarıdaki tarih bilincinden yoksun bulundukları için milli bağışıklık sistemimizi felç edecek art niyetli tasarrufların farkına varamamışlardır.
Tımar görmemiş İstanbul sokaklarından sorumlu “Şehremini yaklaşımı” bu işlerin yabancısıdır. Bu devletin tarihinin omuzlarında yaşaması için Tuna boylarında düşmanın nefesini sayan, Dicle kıyısında ihanetin izini süren “Beylerbeyi kültürü” gerekir.
Ölenlerin şehit, kalanların gazi sayıldığı o “askeri devlet”te “BOP Eş Başkanlığı” diye bir makam yoktur. Düşman Tuna’yı çoktan aşmış, ihanet Fırat’ı bile geçmişken bizim böyle bir sivilleşmeye karnımız toktur.
_____________________________________
(*): Şehremini= Belediye Başkanı