
Milli tarihimize ve onun bütün kültürel motiflerine kayıtsız kalmayı ideolojik bir marifet zanneden sonradan çıkmalar için Oğuz kelimesi pek bir anlam ifade etmez. Ancak Türk Milliyetçileri, bin yıllık kardeşliği yaşatmaktahassas oldukları kadar Anadolu ve Rumeli’nin mütevazı fatihleri hakkında daha fazla bilgili olmak ve dikkatli davranmak zorundadır.
Bugün Anadolu’daki Rumeli muhacirleri de dâhil, farklı bir “anadili”ne sahip olmayan herkes Oğuz’dur. Bazı Oğuzlar da bulundukları bölgenin etnik altyapısından etkilenerek ikinci bir anadiline sahip olmuşlardır. Kaba birhesapla Türkiye’de 60 Milyon net kimlikli Oğuz Türkü (Türkmen) yaşamaktadır.
Batı Göktürk konfederasyonunun 10 boyundan biri olan Oğuzlar, Müslüman olmadan önce Türk anayurdunun Bizans ve Sasaniler gibi düşmanlarla sıcak temasa müsait uçlarında yaşıyorlardı. Müslüman olup “Türkmen” adını aldıktan sonra da bu alışkanlıkla önce Hazar’ın güneyine (Horasan’a) sonra da batıya, Anadolu’ya gelerek Darü’l- İslam’ın düşmanla sınırdaş bölgelerine doğru yürüdüler.
Bu yürüyüş esnasında Oğuzlar, iki büyük imparatorlukla savaşmış; Gaznelilerin İran’daki, Bizans’ın da Anadolu’daki hakimiyetine son veren Dandanakan ve Malazgirt zaferlerini kazanmışlardır. Malazgirt zaferi, Avasım’ın yani 400 yıllık Darülharp sınırının Türkmen askeri gücü sayesinde 1500 km. batıya itilmesidir.
Oğuzlar yani Türkmenler, Malazgirt’ten beri bütün savaşlarda kurucusu oldukları Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin taşıyıcı unsuru, fetihlerin fedakâr askerleri olmuşlardır. Ancak yerleşik toplumlara mahsus siyasete ve saray entrikalarına yabancı, yiğit karakterleri nedeniyle bu devletlerin sağladığı refahtan yeterince yararlandıkları söylenemez. Bugüne kadar Anadolu ve çevresindeki Türkmenlerin, Selçuklu ve Osmanlı fetih ve iskân politikalarındaki askeri fedakârlıklarının kendilerine ne getirdiği ve onlardan ne götürdüğünün hesabı, kâr-zarar değerlendirilmesi yapılmamıştır.
Bize göre Türkmen savaşçı karakterinin verdiği maddi zarar ve beşeri meşakkat, getirdiği imkânlardan fazladır. Çünkü Selçuklu ve Osmanlı devletleri, demokratik birer refah devleti değil, Oğuzları kolayca sefere gönderen “askeri misyon” devletleridir.
Bu devletlerin itibarını ve sınırlarını yüzyıllarca sırtında taşıyan Oğuz Türklerine şimdi: “Hepimiz ümmetiz, vatandaşız, insanız. Milli Tarih, mefahir filan yok, savaşan savaşmayan, satan satmayan, isyan eden etmeyen, mülteci, göçmen, önde giden, sonra gelen aynıdır. Ermeni, Çingene, Türkmen… Hepimiz eşitiz; biz aynı mozaik tablonun eşit parçalarıyız!..” edebiyatı yapılmaktadır.
Yok öyle yağma!..
Anlatageldiğiniz gibi demokrasilerde her şey hak, eşitlik ve adalet üzerine kurulacaksa, teröristin bile insan olduğu hatırlanacaksa, “Türkmen’in fetih ve iskân hakkını” kimseye gasp ettirmeyiz. Yüzyıllarca milli meşakkat çeken Türklerin modern milli refahtan yoksun bırakılması oyunlarına Türkmen’in karnı doymuştur.
“Otoriter zamanların vazife ulusu” olan Türkmenler, Anadolu ve balkanlar Türkleşirken siyasi otoritenin “kon” dediği yere konmuş, “kalk” dediği yerden kalkmıştır. Türkmenler, o yolsuz susuz acayip dağ köylerine milli istimlak memurları gibi yerleştirilmiş ve orada unutulmuşlardır.
Mesela İstanbul, Mersin, Bursa gibi doğulu vatandaşlarımızın çok rağbet ettiği kentler fethedilirken Kürtler henüz Osmanlı tebası değildi ve devlete bir tane bile asker vermemişlerdi. Cumhuriyet döneminde Türkmen, İzmir’in Antalya’nın dağlarında devletin kendisini iskan ettiği yerde elektriksiz köyde yaşarken Kürt otobüse kamyona binip Alsancak’a, Bornova’ya yerleşebilme hakkını sınırsızca kullanmıştır.
Osmanlı dağılma döneminde Anadolu’ya göç ve iltica ederek ana arterler üzerine iskan edilen Kırım, Kafkas ve Rumeli muhacirleri de çektikleri bütün harbi sıkıntılara rağmen Türkmenler’e göre daha avantajlı bir konum kazanmışlardır. Gelenlerin önemli bir kısmının kentleşmede daha ileri olan Edirne- İstanbul- Kocaeli- Sakarya-Bursa-Eskişehir-Bolu-Ankara ana arteri üzerinde “asimetrik kültürel avantajlarla” iskân edilmesi, Türkiye’nin siyasi ve kültürel hayatına hakimiyet bakımından onlara büyük bir avantaj sağlamıştır.
Mesela en uçtan bir örnek olmak üzere Ağaçeri Türkmeni Devrek’te baston yaparken, Wrangel’in Beyaz Rus’u İstanbul’da televizyoncu olup, kültür hayatınızı yönlendirebilecek bir kabiliyet kazanmıştır.
Demiryolu ve karayolu ana arterlerinin bulunmadığı yüzyıllar içinde Oğuz’un atla, eşekle ve “Alacalu gün”de kağnı arabasıyla vatan yaptığı bu topraklar üzerinde bir rüçhan hakkı vardır ve bunu ödeyebilecek hiçbir demokratik kurum bulunmamaktadır.
Oğuz’un kapısı yüzyıllarca ya askere alınmak, ya da vergisi toplanmak için çalınmıştır. Vergi öder gibi şehit vermiş, ezilmiş, horlanmış, stratejik sebeplerle sürülmüştür. Yine de devletine bir kez bile topluca silah doğrultmamıştır. Türkmen’in devletine olan emanet duygusu, devletin onun ebedi haklarını derinden derine gözettiği inancına dayanır. Bu duygu zedelendiği zaman ise Türkmen artık “Dadaloğlu”dur.
Biz bu devleti, yedi yüz yılda, yedi düvele karşı, yedi cepheden dönebildiğimiz kadarıyla bu hale getirdik. Beğenmeyen istediği yere çekip gitmekte serbesttir.
Bu devlet ya Türkündür, ya da hiç kimsenindir!..